KALEMİM KONUŞTUKÇA /Kütüphanleri Kapatsak da, Acaba Kahvehane mi Yapsak?..
“Çok okuyan mı, çok gezen mi bilir?” derdi babaannem. Sonra da yanıtını kendi verirdi; “Çok gezen...”
O zaman iletişim araçları böyle yoğun değil. Kitap, gazete, dergi, internet hakgetire. Ehh doğaldır ki. “Çok gezen, çok gören” bilecek. Ancak teknoloji öyle bir yol aldı ki, şimdi herşey bir kutu içinde önümüzde, hatta cebimizde...
Şimdi bu sözü tartışmak için, çok gezen ve çok okuyan demek geliyor içinden, yani her ikisi de...
Ne var ki, okumuyoruz. 25 yıl önce nüfusumuz, şimdinin yarısı iken, gazete tirajları aynı idi. Bugün yine aynı. Gerçi bizim basın bunu hak etmiştir.
Hadi gazete okumayı bir kenara koyalım, hiç mi hiç kitap da okumuyoruz. Yapılan bir araştırmaya göre, bu ülkede yaşayan 70 milyon insandan, 41 milyonu kitap kapağı açmamış...
Ne acı...
Ondan da acı 140 bin kahvehaneye karşılık, 1400 kütüphane varmış, müşterisi yok denecek kadar az olan kütüphanelerimiz...
Yani kahvehaneler, kütüphanelerden 100 misli daha fazla !...
Lincoln;
“Ne öğrenmek istiyorsam, kitaplarda” demiş.
Bu ülkedeki insanları nasıl eğiteceğiz? Toprak ne kadar zengin olursa olsun ürün vermez. Kafalar da öyle; ekilmeyen kafalardan asla ürün alınmaz.
Bu ülkede kitap okuyan yok.
Allah rahmet eylesin, Nejat Muallimoğlu anlatmış, şöyle demişti:
“Kore mucize yarattı, yarattı ama bunu kitap okuyarak, çalışarak yarattı. 1905 Japon işgali ve ardından gelen savaştan asla yılmadı. Hele Kore savaşında okumaya olan düşkünlüklerini gözlerimle gördüm ve hayranlıkla seyrettim. Ayaklarında pantolonları yoktu, attığımız çöpleri, dışkıları karıştırırlardı, ama biz Amerikalılar’ın ikram ettiği muzları yerken ve tatlı tatlı kestirirken onlar kitap okurlardı.”
Ali Emiri Efendi, Sahaflar Çarşısı’nda gördüğü Divan-ı Lugat-üt Türk’ü evini rehine koyarak satın almış.
Değerli büyüğüm Ali Naili Erdem (Fikir adamı ve yazar - Milli Eğitim eski Bakanı - eski parlamenter); “Eğitimin en üst dereceden görevi, ülkeyi fikir memleketi haline getirmesidir. Ancak fikirler bilim yoluyla girmezse, toplum düşünen kafaların değil, hayal kuranların toplumu olur.” diyor.
Onun için bu nesil havadan şan, şöhret ve para sahibi olmak için her yolu deniyor. Emek vermeden, lotodan, şans topundan, piyangodan, at yarışından medet umuyor.
Ayhan İnal geldi. Ordan burdan konuşuyoruz. Söz döndü dolaştı, tv’lerdeki yarışma programlarına geldi.
En basit sorulara gençlerin hep yanlış yanıt vermesinden konu ettik. Şaşkınlığımızı anlattık.
Bir gece önce büyük şairimiz Yahya Kemal’in soyadının ne olduğunu soran sunucuya, yarışmacının yanlış cevap vermesini çok yadırgadık. Ve örnek gösterdik. Ben bu arada;
“Üstat, üzülüyorum. Bu nesil Yahya Kemal’i bile bilmiyor.” deyince, ünlü şair cevabı yapıştırdı;
“Neyi biliyorlar ki?”
Atatürk’ün doğum tarihini bilmeyen mankenler bu toplumda birinci sınıf insan muamelesi görüyor, baştacı ediliyor, ödüllendiriliyor.
Türkücüler, şarkıcılar, sporcular, mafya babaları, hırsızlar ekranda odamızın içine girip, çoluk çocuğumuzu iyiye değil, kötüye yönlendiriyor.
Bilgi çağında, bilgisiz bir toplumla nereye varacağız? Hangi yüzle AB’nin karşısına çıkıp, onlarla başedeceğiz.
Karşımızda en büyük düşman çağdaş ülkeler, Avrupa Birliği, Amerika falan değil, en büyük düşman bilinçsiz, bilgisiz, sorumsuz medya..
Rahmetli Adnan Menderes (Başbakan - DP iktidarının başı - 10 yıl görevde kaldı. 27 Mayıs devrimi ile yargılanmak üzere Yassıada’ya gönderildi ve idam edildi. Yıllar sonra bu kez caddelere, meydanlara adını verdik, heykellerini diktik.) basının yalanlarından bıkmış ve “‘Ben kamuoyunun sesiyim’ diye ortaya çıkan gazeteler, tam aksine kamuyu şaşırtmak için bütün hileleri ve şeytanlıkları kullanan birer araç halindedirler” demişti. Tabii o zaman adı “basın” idi, sonra “medya” oldu. “Medya” olunca da, kişiliği değişti.
Zengin medya... Tröstleşmiş medya... Çıkarcı medya... Ülke sorunlarını değil, kendi sorunlarını manşete taşıyan medya...
Köpeğin önüne atsan yemeyeceği her türlü rezilliği, sayfalarına monte eden medya !...
Onlardır soygun düzenine destek veren, onlardır cahil bir toplumu eğitmek için kılını kıpırdatmayanlar !..
Bu medyayı adam etmek için bakıyorum bazı hükümetler sözde önlem alıyor. Ne yapıyorlar biliyor musunuz? Kendisine destek olmayan birini hedef alıp batırmaya kalkışıyor, bu kez diğeri daha çok güçleniyor. Katrilyonları bulan borçlarını kulak arkası ediyor. Bankasına dokunmuyor. Öbürünün kıçından pantolonunu almaya kalkıyor.
Hasılı bu ülkede neyi ve nereyi tutarsan elinde kalıyor. Dedik ya 1 kütüphaneye 55 bin kişi düşerken, 1 kahvehaneye 550 kişi düşüyor.
Günahtır kapatın kütüphaneleri, yapın kahvehane. Siz sağ, vatan selamet...
Mehmet Zeki Akdağ, Türk şiirinin en büyük ustalarından biridir. O’nun “Nafile” şiiri ile bu konuyu şimdilik kapatalım...
Bir güneş doğdurduk kısır geceye
Zamanı kurşuna dizdik nafile...
Akıllar erdirdik çok bilmeceye
Çözdük, doyumlardan bezdik nafile...
Tahtların üstünde tahta oturduk
Günü geldi hepisini yitirdik
Bin yıl evvelinden sesler getirdik
Bin yıl sonrasını sezdik nafile...
İnanç yüklü gemilerle batırın
Ney’ler ülkesine alın götürün
İncitmedik karıncanın hatırın
Dağları taşları ezdik nafile...
Ünüm var kimsenin yazamadığı
Ülkem var yadların gezemediği
Cihanın akledip çözemediği
Nice kördüğümler çözdük nafile...
“Dur” derdik dururdu Meriç’le Tuna
Kar yağdırdık alevlerin üstüne
Diz koymadan bir dervişin postuna
Kerâmet ehliyle gezdik nafile...