ENGİN KÖKLÜÇINAR

ENGİN KÖKLÜÇINAR

KALEMİM KONUŞTUKÇA / "Paspanya Şatolini .nedir" Bilene Sorun

Kayhan Küreman, Babı-Ali’de saygın bir kişiliği olan, bizim yokuşun emektarı, değerli bir büyüğümüzdü. 2011 yılında vefat etti. Kendini aşmış, tevazu sahibi ustamızı, son yıllarda Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin günlük yayın organı Bizim GAZETE’de Yazı İşleri Müdürü olarak görev yapmıştı.  Ancak en parlak dönemini Falih Rıfkı ile Bedii Faik’in Dünya Gazetesi’nde Yazı İşleri Müdürü olarak yaşamış ve özellikle Falih Rıfkı gibi bir “yazı kuyumcusu” ile o dönem içersinde yakınlaşmıştı. Anıları hem bizlere, hem de gelecek kuşaklara ders verecek kadar anlam yüklüdür. Ancak tevazuundan, bu anıları ağzından kerpetenle zor alırdık.

Andre Gide; “Anı yazmak ölümün elinden birşeyler kurtarmaktır”  diyor.

Ben, bizim mekana uğrayan her Babı-Ali çilekeşine, bunu söylüyorum. Hatta söylemiyorum ezberletiyorum. Ve “ne olur, eğer anılarınızı yazmak gibi bir niyetiniz yoksa, yazan birine anlatın bunlar kaybolup gitmesin” diyorum.

İkitelli’de bunlar yaşanmayacak. Çünkü amatörlük bitmiş, profesyonellik başlamışsa, herkes gazeteye saatle girip, saatle çıkıyorsa, herkes köşe yazarı olduysa, herkes her konuda uzman sayılıyorsa; orada anıların yerini, birbirini sokan arılar almıştır. Balı olmayan arılar...

Bakın, içimdeki yangını hissediyorsunuz. Bu konuda ne kadar hassasım. Anıların kaybolması beni kahrediyor, bundan dolayı, Babı-Ali’de marka olmuş bir büyüğüm, karşıma geçer geçmez, O’nu konuşturmak için ne gerekiyorsa yapıyorum.

İşte Kayhan Ağabey de; bakın “abi” demiyorum, “ağbi” de demiyorum. Bize yakışan bir ifade ile “ağabey” diyorum. Doğrusu bu değil mi? Şimdi bu argo sözler, günlük yazılarda kullanıldığı gibi, usta yazarlar da son zamanlarda bunlara ayak uydurup, “ağbi” falan yazıyorlar.

Gelelim, Bab-ı Âli efendisi rahmetli Kayhan Ağabey’ime...

Falih Rıfkı, yaşlılık döneminde yazılarını telefonla yazdırırmış. Genelde bu görevi Kayhan Ağabey yüklenir ve bu bakımdan da Falih Rıfkı ile dostluğunu pekiştirirmiş.

Bilirsiniz, Atatürk’ün Başyazarı Falih Rıfkı, O’nun çizgisinden ayrılmayan, nadir insanlardan biridir. Bedii Faik bir yazısında Falih Rıfkı için “Atatürk’ün bütün hayatını tarayınız, Falih Rıfkı kadar upuzun bir beraberlik içinde kaldığı, hep kaldığı, her zaman kaldığı ve O’nun kadar vazgeçilmez saydığı ikinci bir insan bulamazsınız” diyor.

İşte bu Falih Rıfkı’nın çok özel okurları var. Yazılarını satır satır, cümle cümle, kelime kelime tüketen, hisseden, içen tiryakileri var.

Bunlardan biri, bir gün Kayhan Küreman’ı arar ve;

“Efendim, Falih Rıfkı Bey, geçen hafta yayınlanan yazısının bir yerinde ‘Paspanya Şatoloni’ diye bir ifade kullanmış. Bendeniz bir haftadan beri, bana hiç de yabancı olmayan bu sözcüğü başta Kamus-u Türki, Kamus-u Lugat ve Lugatı Naci olmak üzere tüm sözlüklerde aradım, bulamadım. Sonra belki yabancı bir sözcüktür diye Larousse’de baktım yine yok. Meraktan çatlayacağım. ‘Paspanya Şatoloni’ nedir? Allahaşkına bana söyler misiniz?’”

Kayhan Ağabey, bu son derece zarif ve bilgili beyefendinin hassasiyetine hayran olur ve cevaben;

- Beyefendi ben de bilmiyorum, bana izin verin. Bunu Falih Bey’den uygun bir zamanda öğreneyim.

Birkaç gün sonra, Falih Rıfkı telefon ettiğinde, Kayhan Ağabey olayı aynen anlatır. Ve saf saf üstada sorar; “‘Paspanya Şatoloni’ nedir?” diye.

Falih Rıfkı kendine has bir kahkaha atar ve cevaplar;

- Kuzum Kayhan, o bir tashihtir. (hatalı dizme) Müsahhih (düzeltmen) de görmemiş öyle yayınlanmış.

“İspanya Şatoları” olacağına, “Paspanya Şatoloni” olmuş...

Böyle dizgi hataları yalnız bizim ülkemizde değil tüm dünyada sık sık görülen olaylardandır.

Rahmetli Nejat Muallimoğlu Hocam’ın bir kitabında bu konuda şunlar yazıyordu:

“Ondokuzuncu yüzyılda (İngiliz) Foulis’in klasik eserler serisi çok beğenilen kitaplardı. Bu seriyi basan Glasgow’lu yayımcılar, bir defasında da olsa, tek bir dizgi hatası bulunmayan bir kitap çıkarmak istediler. Kitabın hatasız olması için her tedbir alındı, her sayfa altı tecrübeli müsahhihin (düzeltmen) elinden geçti. Müsveddelerin böylece mükemmel bir şekle getirildiğine inanıldıktan sonra, her sayfa Glasgow Üniversitesi’nin yemek salonuna asıldı, ve hata bulacak herkese 50 Sterling verileceği ilân edildi. Kitap basıldığı zaman yayımcılar, bir tek dizgi hatası bulunmayan kitabı nihayet çıkardıklarına inanıyorlardı. Fakat kitap dağıtıldığında, müteaddid (birçok, birkaç, çeşit çeşit) dizgi hatası bulunduğu anlaşıldı; hatalardan biri, kitabın birinci sayfasının birinci satırında idi.”

Bir güzel anı da bir kitabımdan size aktarma yapmalıyım.

Biliyorsunuz anlamlı ve güzel şeyler belki beyni ve kulağı usandırabilir, ama kalbi asla usandıramaz.

Devlet büyükleri, eskilerde herhangi bir şehire gidiş ve gelişlerinde gazeteler “Reisicumhur Hazretleri şehrimize geldi” veya “Başvekil Hazretleri Erzurum’da” gibilerinden başlıklar atarlardı.

O gün Atatürk, İstanbul’a geliyor. VAKİT’in manşeti “GAZİ HAZRETLERİ İSTANBUL’DA” olacakken, “G” yerine “M” çıkıyor ve müsahhih de (düzeltmen) farketmediğinden, manşet “MAZİ HAZRETLERİ İSTANBUL’DA” oluyor.

Tabii o gece yemekte Hakkı Tarık Us, kafasını kaldırıp da Atatürk’e bakamıyor bile... Ancak bir iki saat sonra, büyük Atatürk, Us’a dönerek;

“Hakkı Tarık üzülme, üzülme. Müsahhihin okumadığı gazeteyi, halk hiç okumaz” diyor.

Harika adamdan, harika bir laf...

<