ENGİN KÖKLÜÇINAR

ENGİN KÖKLÜÇINAR

KALEMİM KONUŞTUKÇA / RENKLERİN VE ÇİÇEKLERİN DİLİ...

Bakın Selahattin Eyüpoğlu renkler için ne diyor...

 

“Kırmızıya öfke, sarıya dert, yeşile umut koyagelmiş insanoğlu. Her rengin bir başka tadı, yerine göre bir başka derinliği olabilir. Ama her yaşayanın iliklerine işleyen ölüm karasına, kasvet karasına birebir gelen renk, mavidir, güneş değil. Güneş çekilip gittikten sonra bile, mavi sabahlara kadar can çekişir karanlıklarda. En güzel gecelerin bile rengi mavidir.”

 

Maviyi ben de çok severim. Mutluluk rengidir. Gökyüzü mavidir, denizler mavidir, insana huzur verir.

 

Bedii Faik bir cümlesinde, “karanın zenginliğini değil, mavinin zenginliğini seçmeli” diyor. Hem Bedii Ağabey’imden, hem de kara renkten aklıma gelen bir anekdot anlatayım mı? “Matbuat Basın derkeen Medya”dan aldım. Tam yeridir.

 

Bedii Faik Cemiyetimizin Genel Sekreteri, İsmet Paşa da Cumhurbaşkanı. İsmet Paşa Cumhurbaşkanı olarak ilk kez bir  basın toplantısı yapacak ve bu toplantı da Dolmabahçe Sarayı’nda gerçekleşecek. Bütün matbuat heyecan içinde. O devirde cumhurbaşkanının basın toplantısı yapması pek adetten değil. Bu nedenle başta Bedii Faik olmak üzere bütün yetkililer işi çok ciddiye alıyor ve  özen gösteriyor.

 

Bu nedenle, Bedii Faik Cemiyetimizin Genel Sekreteri olarak hazırlattığı davetiyenin altına “Koyu renk elbise giyilmesi rica olunur” yazdırıyor.

 

Refii Cevat üstad da Son Posta’da çalışıyor. O da basın toplantısına davetli. Bu davetiyedeki notu alaya alan Refii Cevat ertesi günü yazdığı yazıda, “Bir elbisem var, o da açık renk” diyerek, işi mizahi yönden eleştiriyor.

 

Ne var ki, Refii Cevat sert kayaya çarpmıştır. Bedii Faik “On Parmağında” başlıklı fıkrasında “Aman üstad. Nasıl düşünemedin bilmem; o elbiseni giysen sonra on parmağını kumaşın üstünden şöyle bir geçirsen yetmez mi?” deyiverir.

 

Nasıl harika değil mi? Var mı böyle adam şimdi !..

 

Kara renkten başladık, gidiyoruz. Laf lafı açıyor ya...

 

“Çağdaş ressam, sergiye kapkara bir levha asmış. Ne çizgi, ne renk, ne bir benek, ne de bir ışık damlası. Baştan başa simsiyah.

 

Sormuşlar: “Nedir” diye.

 

Üstad, cevap vermiş:

 

- Karanlıkta zencilerin döğüşü...”

 

Biz karayı sevmeyiz. Renklilik tarihimizde vardır. Görevimiz; bu renk mozayiğini ortaya çıkarmak; hatta bununla yetinmeyip yeni yeni renkleri eklemek ve gelecek kuşaklara renkli bir dünya bırakmaktır. İnşallah...

 

Çiçekler de böyle değil mi? Onların dili bambaşka. İnsanlar ilkçağlardan beri duygularını çiçeklerle anlatmayı daha kolay bulmuşlar. Üstelik hepsine de ayrı ayrı anlamlar koyarak...

 

Peki çiçeklerden bıkan var mı? Var. Büyük şair Yahya Kemal öylesine bezmiş ki, bakın feryadına...

İstemem artık ışık, râyiha, renk alemini,

Koklamam yosma karanfille, güzel yasemini.

Beni bir lahza müsait bulamaz idlale,

Ne beyaz bakire zambak, ne ateşten lale.

Beklemem fecrini leylaklar açan nisanın,

Özlemem vaktini dağ dağ kızaran erguvanın.

Her sabah başka bahar olsa da ben uslandım,

Uğramam bahçelerin semtine gülden yandım.

<