ENGİN KÖKLÜÇINAR

ENGİN KÖKLÜÇINAR

KALEMİM KONUŞTUKÇA /Yıl 365 Gün, Tatil 185 Gün...

BÖYLE BİR ÜLKE VAR MI DÜNYADA ACABA ?.. 

Bu kadar tatil yapmaya hakkımız var mı, çok merak ediyorum? Acaba dünya kaçıncısıyız? Bence kesinlikle birinciyizdir. Biz hep olumsuzluklarda şampiyon olmayı seviyoruz. Trafik kazaları gibi...

Elinizi vicdanınıza koyun. Bu ülkenin 365 günde 150-180 gün tatil yapmaya hakkı var mı? Bu ülkede, şu tatillerin ekonomiden ne götürdüğünün hesabını yapacak bir akıllı adam yok mu?

Yazık, hem de çok yazık. 200 gün bile çalışmıyoruz. Bu hesabı iyi yaptınız mı?

52 gün Pazar, 52 gün Cumartesi etti mi, 104 !..

Evvel Allah her yıl 10-12 gün Kurban Bayramı, 8-10 gün de Şeker Bayramı.

10’ar günden 20 gün de onlarla beraber etti mi, 124 gün !..

Yılbaşı, 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos, 29 Ekim, kar yağdı tatil, sel aldı tatil, 2’şer gün de bunları koy etti mi, 140 gün !..

Şimdi geldik en önemlisine; Ramazan’a.

Tutan, tutmayan, müslümanı, müslüman olmayanı mübarek Ramazan’ı vesile edip işten kaytarıyor. Dikkat ediyorum, herkes işine geç geliyor, sahura kalkıyorlar ya... İftardan da bir iki saat önce pır evlere. 30 gün yat aşağı. Ekonominin beline bir darbe daha. Etti 170 gün !..

Dikkat edin, bakın. Ben bu hesaba kişilerin 15 gün, 1 ay süren yıllık izinlerini koymuyorum.

Biz bu kadar zengin bir ülke miyiz? Bizim bu genç nüfusla değil 1 gün, 1 saat bile kaybetmememiz gerekirken, öyle bir tembelliğe alışmışız ki, hiç kimseden ses çıkmıyor.

Büyüğünü, küçüğünü bilen, hepimizin sevgisini kazanan Nazif Okumuş (Gazeteci-Yazar ve İstanbul eski Milletvekili). İstanbul milletvekili olarak parlamentoya girmeye hak kazandığında, gerekçelerini de söyleyerek;

“Nazif, bir yasa teklifi ver. Şu bayramlara bir çözüm bulun. Bu millete, yazıktır, günahtır. Yap bir yiğitlik, bu işi sonuçlandır.” dedim.

Nazif’in aklı yattı ama, ne çare;

“Ağabey, beni tefe koyarlar.”

Haklıydı. Ben her yeni hükümetten bunu bekledim ama hiçbir yetkilinin umurunda değil. Onlar başka şeyler peşinde...

Yetenekli ve akıllı insanlar ise neyin peşinde;

“Bir yaz gecesi Thomas Edison laboratuvardan evine döndüğü zaman, karısı ‘Uzun bir zamandır hiç istirahat etmeden çalıştın,’ dedi. ‘Tatile çıksan iyi olur.’

Mucid, ‘Ama nereye gideceğim?’ diye sordu.

Dünyada her yeri gördükten sonra, tekrar gitmek isteyeceğin tek yer neresi ise oraya git.’

‘Pekala,’ dedi, Edison, “yarın gideceğim.’

Edison, ertesi sabah tekrar laboratuvarına gitti.”

İşte insanlar boşu boşuna Edison olmuyorlar.

Gelelim yine Nazif’e.

Baktım Nazif, hiç oralı değil. Başka bir şeytanlık düşündüm. Olmayacak bir şey. Ama, niyetim Nazif’in kafasını karıştırmak.

“Peki Nazif bunu yapmadın. Başka bir yasa teklifi verelim. Askere gidiyorsun, bir süre sonra tezkere alıyorsun. İşyerine giriyorsun, yıllarca çalışıp, emekli oluyorsun. Bir ev veya mağaza kiralıyorsun, istediğin zaman akdi feshediyorsun.”

“Evet ağabey, sadede gel...”

“Peki, evlilik için de bir kanun teklifi versen, aynen kira akdi gibi, 5 yıl veya 10 yıl sonunda taraflardan herhangi biri itirazda bulunmazsa evlilik sürsün. Fakat taraflardan biri, devamını uygun görmüyorsa, evlilik akdi aynı kontratta olduğu gibi sona ersin.”

Tabii Nazif kahkahayı koyuverdi.

“Ağabey, dur sana bir hikâye anlatayım dinle;

Amerikalı ünlü bir işadamı, büyük bir sigortacı, S. Kendrick Guernsay bir konferansına, şu konuşmayla başlamış:

‘Değerli bayanlar ve baylar,

Atlanta’da yapılan bir konferansıma biraz geciktiğim için ancak arka sıralarda yer bulabilmiştim. Benden önceki konuşmacıyı dinliyordum ki, önümde oturan iki kişi yüksek sesle konuşuyordu. Kulak kabarttım, zira benden bahsediyorlardı:

‘Bu adamdan sonra konuşacak olan Ken Guernsay kimdir?’

‘Şahsen tanımıyorum, ama kendimi bildim bileli faal bir Rotary üyesi. Teşkilatın çeşitli kademelerinde çalıştı. Bir zamanlar Federasyonun başkan yardımcılığını bile yaptı.’

‘Bana sorarsan, bir kulübe bu kadar fazla zaman ayırabilen bir insan, iki şeyden biridir: ya bir politikacı ya enayi.’

Biraz sonra sıra bana geldi, başkan beni kürsüye davet ettiği zaman, onlar, bilhassa ‘ya politikacı ya enayi,’ diyen şahıs hayretle yüzüme bakıyordu.

Konuştum, konuştum, sözlerimi bitirdiğim zaman, bu şahıs, yanıma gelerek elimi sıktı ve dedi ki:

‘Söylediğimi işittiğinizi biliyorum. Ama konuşmanızı dinledikten sonra, politikacı olmadığınızı anladım.’”

Nazif, durdu derin bir nefes aldı. Bu anektodtan birşey anlayıp, anlamadığımı sezmek için bekledi, bekledi. Ve;

- Ağabey, ben politikacıyım... dedi.

<