ENGİN KÖKLÜÇINAR

ENGİN KÖKLÜÇINAR

KALEMİM KONUŞTUKÇA/ÖMRÜNÜZDE NE BÖYLE KAZA GÖRDÜNÜZ, NE DE BÖYLE İNSANLAR...

Babamı 93 yaşındayken kaybettim. O yaşta bile hayata sıkı sıkı sarılmış bir İstanbul çocuğuydu. Hatta aynı yaştaki bir insanla yanyana geldiğinde 20 yaş genç durur. Yani taze bir ihtiyar. Yalnız görüntüsü değil, yaşama biçimi de, hayatı algılaması da genç.

Kızım bana; “baba dedeme bak, cildi hepimizden, benden bile düzgün” derdi. Doğru... “Duvarı nem, insanı gam yıkar” derler ya. Çile çekmemiş, varlıklı bir yaşam sürmüş ve o günlerin muhteşem İstanbul’unun keyfini sürmüş.

Dostlarım “Parasız Kitap”ı okuduğunda bana “niçin İbrahim Amca’dan hiç konu etmedin” diye sitem etmiştir. Kılığı, kıyafeti, jestleri, sofra keyfi ve zevki ile yalnız bana değil, diğer arkadaşlarımıza da hep örnek olmuştur.

Kışın bile beyaz ipek gömlek giyer,           kravattan asla vazgeçmez, iskarpinleri köseledir. Yazın, günde 2 kez gömlek değiştirdiğini çok iyi bilirim.

Bu zarif insanın çok zarif dostları vardı, imrendiğim örnek almaya çalıştığım arkadaşları vardı. Onları babamın yanında gördüğümde, en az babamı görmüş kadar sevinir, hatta heyecanlanırdım. Kılıkları, kıyafetleri, tavırları hatta şakaları hep yerinde ve kararındadır. “Latife, latif gerek” derler ya, işte espri yetenekleri öyledir ve müthiştir.

Bu büyüklerimden biri, Antalya’ya yerleşen ve bu kentimizde ticaretle uğraşan, babamın en eski arkadaşı ve eski ortağı Feridun Özbörçek’tir.

Güzel bir kadın gördüğümde hemen aklıma geliveren ve hiçbir zaman unutamadığım bir anımız vardır ki, mutlaka dinlemelisiniz;

Babam, Feridun Ağabey ve ben uçakla Ankara’ya gidiyoruz. Uçak kalktıktan biraz sonra hostes kabini ile yolcu salonu arasındaki perde açıldı ve Fides’in elinden çıkmış eşsiz bir Venüs Heykeli ortaya çıkıverdi. Uçağımızın hostesi...

Hani insanın nefesini kesecek kadar güzel olur ya, öyle bir şey. Biraz daha öyle nefessiz kalsak, oksijen maskeleri otomatik olarak açılacak. Kadını erkeği, genci ihtiyarı herkes şaşkın, bu muhteşem güzelliği seyrediyor.

Servis yaparken gülüşü Lajakond’u, duruşu Çaykowski’nin Kuğu Gölü Balesi’ni kıskandıracak kadar güzel...

Feridun Ağabey, hostese baktı baktı, dönüp bana ne derse beğenirsiniz?

- Yahu bu kadının kocası, bu kadınla birlikte olmaktan bıkmış mıdır acaba?

Ben durur muyum? Cevabı yapıştırıverdim.

- Bilmem Ağabey, kocasına sormalı?

Ya Faik Yolalan Ağabey’im...

Mükemmel bir Osmanlı Beyefendisi. Kültür de, davranış da, duruşta ve herşeyde. Hayran olduğum ender insanlardan biri. Kitaplarımı okuduğunda beni en çok etkileyen methiyeyi, kendisinden aldığımı burada itiraf etmeliyim. Hele mektubundaki bir cümle, değme yazarlara şapka çıkarttıracak cinstendi.

“PAHA BİÇİLMEZ KİTABININ ADI ELBETTEKİ ‘PARASIZ KİTAP’ OLACAKTI” diyordu.

Evet, böyle mükemmeli aşmış büyüklerimin olması en büyük şansımdır. Ben, hem babamla, hem de can arkadaşlarıyla onur duyuyorum.

Babamın bir merakı da Amerikan arabalarına düşkünlüğü idi. Her yıl, o yılın Chevrolet’ini Türkiye’ye getirtir ve kullanırdı. Zaten o zaman İstanbul’da taksiler bile Amerikan otomobilleriydi. Dodge, Desoto, Chevrelot, Pontiac gibi... 

Her taraf bomboş, trafik sıkıntısı, park problemi diye bir şey yok. İşte böyle boş fakat manen dolu bir kent...

İşte bu 7 göbek, gerçek bir İstanbul Beyefendisi olan babam birgün Vatan Caddesi’nden geçerken başına bir olay geliyor. 

Bu güzel anıyı rahmetli babamdan dinleyelim;

Vatan Caddesi yeni açılmış. Topkapı istikametinden, Aksaray’a doğru yavaş yavaş geliyorum. Fındıkzade kavşağından bir kamyonet aniden yan yoldan çıkıp önüme atlamaz mı? Ben son bir hamle ile arabanın önünü kurtardım. Fakat arka sağ tarafına pat diye vurdu. Öyle bir ses çıktı ki, sanırsın bomba patladı. Aaa bir baktım, bana vuran kamyonetin kaput yerde, lastikleri çıkmış caddede dönüyor, cam çerçeve patlamış, eyvah dedim benim araba rezalet. Bir aşağıya indim ki, Allah Allah benim tamponda  yalnızca hafif bir çizik. Adamın kamyonet darmadağın. Adamcağız çömelmiş nasıl ağlıyor; “Ben mahvoldum” diye... Belli ki günübirlik geçimini sağlayan gariban bir esnaf... Kamyonet perişan, adam kamyonetten daha perişan. “Dur kardeşim ağlama üzülme, ben de kabahat yok amma, al şu kartvizitimi gel bana, ben senin arabanı yaptırtırım.” Elime ayağıma sarıldı. “Bey bey Allah razı olsun” diyor, başka birşey demiyor.

Adam bizim kartviziti aldı, gitti. Ertesi gün bekliyorum, yok, iki gün geçti, yine yok 3 gün, üç hafta, 6 ay adam meydanda yok... Allah Allah ne oldu acaba?

Aradan 1 yıldan fazla geçti. Birgün Kumkapı’da 5-6 arkadaş, hem içiyor, balık yiyor, sohbet ediyoruz. Bu sohbet sırasında, söz döndü dolaştı otomobil kazalarına geldi. Herkes bir şeyler anlatıyor. 

O sırada çok sevdiğim doktor arkadaşım da, dertli, dertli başladı anlatmaya; “Yahu” dedi. “Bana da bundan yaklaşık bir yıl evvel, bir adam dadandı. Bir kamyonet şoförü, muayenehaneme gelip, sekreterime ille benimle görüşmek istediğini söylüyor. Sekreter sormuş; “Kardeşim muayeneye mi geldin?” “Hayır efendim, doktor bey benim kamyonetime çarptı da, onun için geldim.” “Alın içeri” dedim. Adam daha beni görünce “yandım” dedi. “Ne yanması oğlum, hasta mısın?” deyince, “Ne hastası doktor bey, benim arabaya çarpan, sen değilsin” dedi. Dedi amma, adamın elinde benim kartvizitim. Şoför bağırıyor, ağlıyor. “Vah, vah adam demek ki beni kandırdı. Hayret ne de beyefendi, asil birisiydi.”

Bakın arkadaşlar, dünyada ne üçkağıtçı, ahlaksız, terbiyesiz adamlar var. Hem adamın arabasına çarp, hem de yaptıracağım deyip, benim kartvizitimi ver. İşte benim başıma da böyle bir kaza geldi.”

Ben dondum kaldım. Hiç ağzımı açmadım. Demek ki, benim o gariban adama, kendi cebimden çıkartıp verdiğim kart, doktor arkadaşımın bana verdiği kartvizitiymiş. Nasıl üzüldüm, o gece çıt çıkarmadım. Ertesi sabah doğru doktora: 

“Doktor biliyormusun? O adam benim.” 

“Hangi adam?”

“Hani dün akşam Kumkapı’da anlattın ya, kartvizitini kamyonet şoförüne veren kişi.”

O da şaşırdı. Şaşkınlığı geçince de gevrek gevrek güldü.

Eminönü Emniyet Amiri Yaşar Tung (sonra Tuğ) arkadaşımızdı. Birlikte gittik, devreye girdi. Kamyonet şoförü trafiğe de gidip, olayı anlatmış, kayıt vermiş. Mevlanakapı’da evini bulduk. Adamcağız bir kez daha şaşırdı, şaşırdı ama sevindi ve sonunda helalleştik.

Şimdi size bir önerim var !... 

Ne yapın, yapın bir arkadaşınızın kartvizitini cebinizde devamlı bulundurun.

<