KALP İŞÇİLİĞİ-2
Anladıkça dertlenir miyiz bilmem, ama dertlendikçe anlayacağımız kesin.
Peki nedir bu dert;
Bence “varlığımızı fark etmek!”
Bu nasıl olacak derseniz; aslında cevabı çok uzun ve ciltlere sığmayacak bir konu.
Kısacası, kendi kalbimizin işçisi olabilmek şeklinde tarif edebilirim sanırım.
Nedir kalp işçiliği ve insan kendi kalbinin işçisi olabilir mi?
Hep beraber bakalım;
İnsan, garip bir varlık ve belki de fıtratına yerleştirilen “beğenilme arzusu ve takdir edilme ihtiyacı” ile, benliğini (yazımın en başında arz ettiğim gibi) bir “tapınç” nesnesi haline getiriyor.
“Bir başkasının kendisi için ne düşündüğünü umursamamak delilerin, bir olandan başkasının kendisi için ne düşündüğünü dert etmemek velîlerin harcı” der ârifler.
Bu ârifane bakışla hayatın anlam derinliğine daldığınızda fark ediyorsunuz ki, kadim Anadolu Medeniyet’nin hikmet diliyle “veli” olarak tabir ettiğimiz farkındalık sahipleri, her şeyi yaratanın nezdindeki anlamlarına verdikleri önemle, başkalarının kendilerine dair kanaatini, bu farkındalıkla hiç etmişler; deliler ise, kendisi hakkında bir başkasının ne düşündüğünü umursamayacak kadar kendilerinden vazgeçmişler; yani her ikisi de kalp işçiliğindeki bu sınavı başarıyla vermişlerdir.
Ancak, biz ne başkalarının kanaatlerine kulak tıkayabilecek kadar deli olabildik şu yalan rüyada ne de bir olandan başkasının ne dediğini umursamayacak kadar velilik nasip oldu bizlere. Zira hep andığım gibi ne gönlümüz eşkıyalığa razı ne de nefsimiz evliyalığa.
Bu yüzden de başkalarının gözbebeklerinde akislerimizi seyretmeye bayılıyor; bizi eleştiren ya da sevmediğimiz insanların hakkımızda bakış ve düşüncelerini pek umursamıyor ama sevip değer verdiklerimizin bize dair kanaatlerine dikkat kesiliyoruz.
Neden?
Çünkü sevip değer verdiklerimizin gözbebeklerinde; bizi olduğumuzdan daha güzel, daha iyi, daha mükemmel gösteren tılsımlı aynalar saklı. Öyle olmadığımızı, olamayacağımızı bilsek bile, o yalana inanmak mutlu ediyor bizi. Sevip değer verdiklerimizi gözlerinde ve sözlerinde sırf bu yüzden “bizi mükemmel gösteren” yalanlar arıyoruz.
Ancak; olmayan iyiliğimizi var gibi, olan kötülüğümüzü yok gibi gösteren bizi sevenlerin gözbebekleri, dillerine doladıkları o güzel sözleri bizi iyiliklerden mahrum, kötülüklere ise mahkûm ediyor. Çünkü bizi sevenlerin gözlerinden ve sözlerinden kendimize baktığımızda muhtemel hata ve noksanlarımızın üstünü örtüyor, olmayan iyilik ve güzelliklerimizi ise bu örtünün üstüne bir süs gibi yerleştiriyoruz.
Olan iyiliğimizi yok gibi, olmayan kötülüğümüzü var gibi gösteren bizi sevmeyenlerin ya da eleştirenlerin düşünce ve sözleri ise, bizdeki iyiliği artırmamıza, mevcut kötülüklerimizden kaçınmamıza sebep oluyor. Zira onlar, bizde var olması muhtemel güzellikleri görmezden gelip onlara yok muamelesi yaparak bizde var olmayan çirkinlikleri bir kulp takar bize yakıştırıyor. Biz ise bize iliştirilen belki de hak etmediğimiz o kulpların peşine düşerek kendimizi güzelleştirmeye çabasına giriyoruz.
Çünkü kendimize, bizi sevmeyenlerin gözünden bakınca, bizde gerçekte var olan pek çok güzel ahlâk ve hasletin aslında yok olduğunu, bizde aslında hiç olmayan birtakım kötü hallerin varlığını da fark ediyoruz. Böyle görmekle de şayet o güzellikler bizde var ise onları artırmanın çarelerini araştırıyor, yok ise var olmalarının önüne daha sıkı setler çekiyor, eğer yok ise de andığım gibi var etmenin derdine düşüyoruz.
Fark ettiniz mi bilmiyorum ama, bu bakış açısıyla dikkat kesilince, kalp işçiliğimizde sevdiklerimiz ve sevenlerimizden daha çok, sevmeyenlerimizin ve bizi sevdiği için eleştirenlerin emeği var aslında.
Yani âriflerin “kitab-ül kübra” dedikleri kâinat kitabı, burada da aslında zıtlıkların ne muhteşem nimetler ortaya koyduğunu, yaşamın zıtlıklar üzerine bina edildiğini bir kez daha gözlerimizin ve gönlümüzün içine sokuyor!
Öyle ya, bizi sevenlerin, sevdiği halde hiç eleştirmeyenlerin bize dair kanaatleri bizi daha güzel, daha iyi olmaktan alıkoyarken; bizi sevmeyenlerin bizim hakkımızdaki düşünceleri bizi biraz daha güzel olmaya davet ediyorsa, onlar kalp işçiliğimizde en büyük emektarlar olmazlar mı?
İşte bilginin gücünü eline alan toplum mühendisleri, insanın bu zayıf yönlerini keşfettikleri için olsa gerek; ortaya konan her teknolojik alet, yapılan her program, yeniden tasarlanan her iletişim aracı, tüketim hırsımızı gazlayan basan her yeni ürün, aslında bizi “sevdiklerimizin söz ve gözlerindeki” anmış olduğum o imitasyon güzellik ve iyiliklere mahkûm ediyor.
Çünkü tüm bunlar, egomuza hizmet ediyor ve ilahi hitabın kıyamete kadar var olacaklar dediği dört puttan biri olan; “Hubel” olarak andığı içimizde büyütüp beslediğimiz “ben” kavramına tazim ediyor.
Her şey çok iyi göründüğü ve bizler de çok iyi olduğumuz için(!) kalp işçiliğimizi tamamladık sanıyoruz!
Bugün bu kadar kötülüğün faillerinin “meçhul” olmasının, karanlığın siyahını bu kadar “artırmasının” sizce başka sebebi var mı?
Farkındalık dileklerimle…