Karanlık gecenin
Süleyman Demirel Türkiye’sinde yaşıyorduk. 1960-1970’li yıllar. Menderes döneminin üstüne bir şeyler konulmaya çalışılıyor. İnsanlar Müslüman ama dini konuda kimsenin çok fazla bilgisi yok. Kur’an Kursları, İmam Hatipler ve cemaatler İslamı öğrenmeye, öğretmeye, sevmeye, sevdirmeye çalışıyor. Ama devletin laiklik ilkesi herkesin önüne dikiliyor. İyi niyetli yöneticiler bile mesele o ilkeye geldiğinde elleri kolları bağlanıyor.
Dini alanda, ahlaki alanda cumhuriyet dönemi yazarlar kitaplar yazıyorlar. Düşünce eseri, roman yayınlanıyor. Kimi gazeteler haftalık-günlük dini yayın yapmaya gayret ediyorlar.
Xxxx
Bir roman yayınlandı. Minyeli Abdullah. Mısır’da Müslüman bir insan anlatılıyor ama herkes o ülkenin Mısır değil Türkiye olduğunu biliyor. Minye Mısır’da bir şehir ama, Türkiye’nin her hangi bir şehri olduğunu da biliyor okuyucu.Hayatında hiç roman okumamışlar bile bu kitabı aldılar, okudular, kitap elden ele gezdi-dolaştı. Bir kitabı sayısız kişi okudu.
Xxxx
Bir kitap daha vardı. Bir hitabet, ya da serzeniş, sitem, olan biteni anlatım kitabıydı. Ama nasıl bu iki kitap sonrasında iki üç kitap daha insanların damarına girmişti doğrudan.
Sami Arslan adında bir insan bir şeyler yazmıştı. Çok sayfalı bir kitap da değildi. Ama çok damardan yakalamıştı insanları.
Bir kitap, Karanlık gecelerin nurlu sabahı. Adı üstünde din adına olumsuzluklar anlatılıyor ve ardından gecenin biterek nurlu sabaha ulaşılacağı müjdeleniyordu. Okuyan herkeste olumlu etkiler meydana getiren ender kitaplardandı.
Xxxx
Aradan yıllar geçti. Hem de ne yıllar. Bir ömür geçti. Karanlık gecelerin nurlu sabahı kitabının hikeayesini dinledim. İrfan kaynağım olan emekli gazeteci Abdullah Işıklar beyefendi yine tarihten bir sayfayı ışığa tutuyordu.
‘Sami İslam Enstitüsü’nde talebeydi. Fakir bir gençti. Evliydi, bir gecekonduda otutyordu. Bir şeyler yazmıştı. Yayıncılık ve dağıtımcılık yapıyordum. Bu tür çalışmalar bana haber olarak ulaşıyordu. Sami’yi gidip evinde ziyaret ettik. Kapıyı çaldım, tanımadığı iki adam kapısında. Kendimi tanıttım. İçeri buyur etti. Oturduk, çalışması olduğunu duyduğumu, isterse onu basabileceğimi söyledim. Çok mutlu oldu. Sevindi. Bir yazarın kitabının basılmak istenmesi, bir yazar için en mutlu andır elbette.
Xxxx
‘Sonra kitabı bastık, arkadaş kitap her gün bin tane, beş yüz tane isteniyor. Durmadan bastık. Bu arada Sami okulu bitirdi. Para kazandı. Sonra da Denizli Müftüsü oldu. Siyasete atıldı. Süleyman Demirel onu milletvekili listesinden seçtirdi ama, o sonra Ferruh Bozbeyli takımına katıldı. Demirel, müftü bana bunu yaptı ya diye çok hayıflandı.
Kitap çok satıyor. Sami de çok para kazandı. Ama bir gün kafası kazınmış, güneş gözlüklü biri bana geldi. Bu kitabı Sami’den bir liraya alıp dağıtma, benden 40 kuruşa al dedi.
Kitap Sami’nin sen nasıl bana daha ucuza vereceksin dedim, sen orasına karışma dedi. Kabul etmedim tabi. Bir daha da görmedim. Ama anladık ki kitabın başkaları tarafından kaçak baskısı yapılıyor. Sami onlarla uğraşamadı ve kitabın telif hakkını tamamen sattı. Önce bana geldi, satmak istediğini söyledi, paraya ihtiyacım var gerekçesini ileri sürüyordu ama ben biliyordum. Korsan baskıdan yılmıştı. İçimden bir ses, adamın çaresizliğini fırsata çevirme Abdullah diye haykırdı. Bunun üzerine ben alamam dedim. O da gidip başkasına sattı ama o günden sonra da fırtına dindi. Karanlık gecelerin nurlu sabahı kitabı görevini yapmış devrini tamamlamıştı.’
xxxx
Abdullah ağabey yine ikimizin de yaşamış olduğu, ama başka başka mekeanlarda yaşamış olduğumuz ortak bir tarih sayfasını ışığa tutmuştu.
Hey gidi günler. Geçmiş geçmişte kalınca acı ve kederleri de tüm özgül ağırlığına rağmen geride kalıyor. Sadece hoş hatıralarıyla adeta tekrar yaşanıyor.
Süleyman Demirel Türkiye’sinde yaşıyorduk. 1960-1970’li yıllar. Menderes döneminin üstüne bir şeyler konulmaya çalışılıyor. İnsanlar Müslüman ama dini konuda kimsenin çok fazla bilgisi yok. Kur’an Kursları, İmam Hatipler ve cemaatler İslamı öğrenmeye, öğretmeye, sevmeye, sevdirmeye çalışıyor. Ama devletin laiklik ilkesi herkesin önüne dikiliyor. İyi niyetli yöneticiler bile mesele o ilkeye geldiğinde elleri kolları bağlanıyor.
Dini alanda, ahlaki alanda cumhuriyet dönemi yazarlar kitaplar yazıyorlar. Düşünce eseri, roman yayınlanıyor. Kimi gazeteler haftalık-günlük dini yayın yapmaya gayret ediyorlar.
Xxxx
Bir roman yayınlandı. Minyeli Abdullah. Mısır’da Müslüman bir insan anlatılıyor ama herkes o ülkenin Mısır değil Türkiye olduğunu biliyor. Minye Mısır’da bir şehir ama, Türkiye’nin her hangi bir şehri olduğunu da biliyor okuyucu.Hayatında hiç roman okumamışlar bile bu kitabı aldılar, okudular, kitap elden ele gezdi-dolaştı. Bir kitabı sayısız kişi okudu.
Xxxx
Bir kitap daha vardı. Bir hitabet, ya da serzeniş, sitem, olan biteni anlatım kitabıydı. Ama nasıl bu iki kitap sonrasında iki üç kitap daha insanların damarına girmişti doğrudan.
Sami Arslan adında bir insan bir şeyler yazmıştı. Çok sayfalı bir kitap da değildi. Ama çok damardan yakalamıştı insanları.
Bir kitap, Karanlık gecelerin nurlu sabahı. Adı üstünde din adına olumsuzluklar anlatılıyor ve ardından gecenin biterek nurlu sabaha ulaşılacağı müjdeleniyordu. Okuyan herkeste olumlu etkiler meydana getiren ender kitaplardandı.
Xxxx
Aradan yıllar geçti. Hem de ne yıllar. Bir ömür geçti. Karanlık gecelerin nurlu sabahı kitabının hikeayesini dinledim. İrfan kaynağım olan emekli gazeteci Abdullah Işıklar beyefendi yine tarihten bir sayfayı ışığa tutuyordu.
‘Sami İslam Enstitüsü’nde talebeydi. Fakir bir gençti. Evliydi, bir gecekonduda otutyordu. Bir şeyler yazmıştı. Yayıncılık ve dağıtımcılık yapıyordum. Bu tür çalışmalar bana haber olarak ulaşıyordu. Sami’yi gidip evinde ziyaret ettik. Kapıyı çaldım, tanımadığı iki adam kapısında. Kendimi tanıttım. İçeri buyur etti. Oturduk, çalışması olduğunu duyduğumu, isterse onu basabileceğimi söyledim. Çok mutlu oldu. Sevindi. Bir yazarın kitabının basılmak istenmesi, bir yazar için en mutlu andır elbette.
Xxxx
‘Sonra kitabı bastık, arkadaş kitap her gün bin tane, beş yüz tane isteniyor. Durmadan bastık. Bu arada Sami okulu bitirdi. Para kazandı. Sonra da Denizli Müftüsü oldu. Siyasete atıldı. Süleyman Demirel onu milletvekili listesinden seçtirdi ama, o sonra Ferruh Bozbeyli takımına katıldı. Demirel, müftü bana bunu yaptı ya diye çok hayıflandı.
Kitap çok satıyor. Sami de çok para kazandı. Ama bir gün kafası kazınmış, güneş gözlüklü biri bana geldi. Bu kitabı Sami’den bir liraya alıp dağıtma, benden 40 kuruşa al dedi.
Kitap Sami’nin sen nasıl bana daha ucuza vereceksin dedim, sen orasına karışma dedi. Kabul etmedim tabi. Bir daha da görmedim. Ama anladık ki kitabın başkaları tarafından kaçak baskısı yapılıyor. Sami onlarla uğraşamadı ve kitabın telif hakkını tamamen sattı. Önce bana geldi, satmak istediğini söyledi, paraya ihtiyacım var gerekçesini ileri sürüyordu ama ben biliyordum. Korsan baskıdan yılmıştı. İçimden bir ses, adamın çaresizliğini fırsata çevirme Abdullah diye haykırdı. Bunun üzerine ben alamam dedim. O da gidip başkasına sattı ama o günden sonra da fırtına dindi. Karanlık gecelerin nurlu sabahı kitabı görevini yapmış devrini tamamlamıştı.’
xxxx
Abdullah ağabey yine ikimizin de yaşamış olduğu, ama başka başka mekeanlarda yaşamış olduğumuz ortak bir tarih sayfasını ışığa tutmuştu.
Hey gidi günler. Geçmiş geçmişte kalınca acı ve kederleri de tüm özgül ağırlığına rağmen geride kalıyor. Sadece hoş hatıralarıyla adeta tekrar yaşanıyor.