KARGALAR
Hay aksi ! Pencereye sıkışmış. Çektim çıkardım kolum girmişti araya. Şaştım kaldım. Rüyada miyim yoksa. Kalktım pencereyi açtım. Bir ceviz ağacının dalları içeri girdi.
Ceviz ağacının dallarına üst komşu naylon bir kargo çemberi atmış. Çember de dallara takılı kalmış.
Komşumun zoru nedir ? Neden atmış bunu ceviz ağacının dallarına ? Gel de şimdi şu çevreci karganın takıntısına hak verme...
Kargalara günümüzde bir ad verilmediğinden bu kara katran familyasına karga demekle yetinmekten başka çarem , Aslında bu yaratığın bir ismi hak edecek ayırt edecek bir işareti de yok. Tek özelliği her sabah bu dalda sallanan şeridi çıkarmak takıntısına uğramış bir klinik vakadan ibaret. Sirk çadırında pahalı sigaralara çember atmaktan farkı nedir bunun?
Amacı uğrunda güç toplanma ,örgütlenme çabasına girdiğini kim inkar edebilir ?
Malum yarayın şu sıralar kendi gibi kara kuzgun bir arkadaşıyla geliyor. Şeridi birlikte çıkarmaya çalışıyorlar!..
Aslında şerit bugünkü durumdan daha kötü durumdaydı. Bunlara acıdım. Süpürgenin uzun sopasıyla onu bir daldan kurtarmıştım. Diğer daldan ise kurtaramamıştım.
Şimdi sıra onlarda. Bakalım bu mereti tek daldan kurtarabilecekler mi?
Şu covid yüzünden içerideyim ve canım hayli sıkkın ! Markete, fırına kadar gidebilmek beni kesmiyor.
Pencerenin önünde oturup sokaktan gelip geçene yukarıda uçama bakarak gün geçiriyorum.
Televizyonları korkudan açmıyorum. Canlı tartışma programları çok canımı sıkıyor.
Baydın hergelesinin Erdoğan’ın gözünün içine baka baka “ soykırım" demesinin ülkemiz semalarında sebep olduğu infial canımı sıktı. Köyümüzün büyük eşşeği de ona uyup Erdoğan’ın soykırım yaptığını ilan etti.
Baydın tam bir çocuğu! Yediği halta bakmadan yılışarak Erdoğan’a yaklaşıyor. Erdoğan onu hafiften iterek kendisinden uzaklaştırıyor.
Kargaların akıllı olduğunu sanırdım. Hele bu derece takıntılı olabilecekleri hiç aklıma gelmezdi.
Perdeyi açınca takıntılı karga, arkadaşını da yanına alıp Selimiye Camiine doğru kaçtı.
Birden pencere kenarına koyduğum saksıdaki gülün;
-Abi, ben kırmızı bir gülüm. Merak etme bir aya kadar açarım. Beni seviyorsan susuz bırakma. Beni unutma, dediğini duydum. Ben de cevap verdim;
-Merak etme henüz açmayan kırmızı gülüm, seni susuz bırakmayacağım, dedim.
Boş saksıdaki ekmek kırıntıları olduğu gibi duruyor. Ne serçeler ne de güvercinler gelmiş...
Karşı evin çatısındaki karga dalgalanan albayrağımız önünde vakur selama durmuş gördüm.
Artık hiç bir şey şaşırtmıyor beni. Televizyonlarda sürekli görünen bir tarih profesörü , yurtsever kargaların da kendi dillerince milli marş söylediklerini belirtti.
Kolumda bir bir sızı geziniyor. Kolumu ne sebeple pencerenin kanadına kaptırmıştım? Yaşadığım bir rüya mi yoksa ?
Uyku ile uyanıklık arasında bir kanat çarpıntısı ile ceviz ağacının yeni uyanan dalları cama vuruyordu.
Göz kapanlarım ağırlaşıyor. Uzanayım uykuyu başıma çekeyim...
Elimi tutan yıllarca önce rahmetli olan sevgili ablam değil mi ? Beni kolumdan tutup karanlık odanın kapısını kapatmaya götürüyor;
-Gel, korkma , diyor.
Sanki hiç uyumamış, sanki hiç uyanmamışım. Mayısın ortalarına doğru yürüyorum.
Bahar ne zaman geldi, ne zaman geçti?
Pencereden sokağı seyreden şu adam kim?
Çiçekçi otobüs durağında bekleyen şu adam ben miyim?