CEMAL KARABAŞ

CEMAL KARABAŞ

KARGALAR

Hay aksi !  Pencereye sıkışmış.  Çektim çıkardım kolum   girmişti  araya. Şaştım kaldım. Rüyada miyim yoksa. Kalktım  pencereyi açtım. Bir ceviz ağacının dalları içeri girdi. 

 Ceviz ağacının  dallarına  üst komşu naylon bir kargo çemberi atmış. Çember de  dallara takılı kalmış.

Komşumun  zoru nedir ?  Neden atmış bunu  ceviz ağacının dallarına ? Gel de şimdi şu çevreci karganın  takıntısına hak verme...

Kargalara günümüzde bir ad verilmediğinden bu kara katran familyasına karga demekle yetinmekten başka çarem ,  Aslında bu yaratığın bir ismi hak edecek  ayırt edecek bir işareti de  yok. Tek özelliği her sabah  bu dalda sallanan şeridi çıkarmak  takıntısına uğramış bir klinik vakadan ibaret. Sirk çadırında pahalı sigaralara çember atmaktan farkı nedir bunun? 

Amacı uğrunda güç toplanma ,örgütlenme çabasına girdiğini kim inkar edebilir ? 

Malum yarayın  şu  sıralar  kendi gibi kara kuzgun bir arkadaşıyla geliyor. Şeridi birlikte çıkarmaya çalışıyorlar!..

Aslında şerit bugünkü durumdan daha kötü durumdaydı. Bunlara acıdım. Süpürgenin  uzun sopasıyla  onu bir  daldan kurtarmıştım. Diğer daldan ise kurtaramamıştım. 

Şimdi sıra onlarda. Bakalım bu mereti  tek daldan kurtarabilecekler mi? 

Şu covid yüzünden içerideyim ve canım hayli sıkkın !  Markete, fırına kadar gidebilmek beni kesmiyor. 

Pencerenin önünde oturup sokaktan gelip geçene yukarıda uçama bakarak gün geçiriyorum. 

Televizyonları korkudan açmıyorum. Canlı tartışma programları çok canımı sıkıyor. 

 Baydın hergelesinin Erdoğan’ın gözünün içine baka baka “ soykırım" demesinin ülkemiz semalarında sebep olduğu infial  canımı sıktı. Köyümüzün büyük eşşeği de ona uyup  Erdoğan’ın soykırım yaptığını ilan etti.

Baydın tam bir  çocuğu! Yediği halta bakmadan  yılışarak   Erdoğan’a yaklaşıyor. Erdoğan onu hafiften  iterek kendisinden uzaklaştırıyor. 

Kargaların akıllı olduğunu sanırdım. Hele bu derece takıntılı olabilecekleri hiç aklıma gelmezdi. 

Perdeyi açınca  takıntılı karga, arkadaşını da yanına alıp Selimiye   Camiine  doğru  kaçtı. 

Birden pencere kenarına koyduğum saksıdaki gülün;   

-Abi, ben kırmızı bir gülüm. Merak etme bir aya kadar açarım. Beni seviyorsan susuz bırakma. Beni unutma, dediğini duydum. Ben de cevap verdim; 

-Merak etme  henüz açmayan kırmızı gülüm,  seni susuz bırakmayacağım,  dedim.

Boş saksıdaki ekmek kırıntıları olduğu gibi duruyor.  Ne serçeler  ne de güvercinler  gelmiş...

Karşı evin çatısındaki karga  dalgalanan  albayrağımız önünde vakur selama durmuş gördüm. 

Artık hiç bir şey şaşırtmıyor beni. Televizyonlarda sürekli görünen bir tarih profesörü ,  yurtsever  kargaların da kendi dillerince  milli marş söylediklerini belirtti. 

Kolumda bir bir sızı geziniyor. Kolumu ne sebeple pencerenin kanadına kaptırmıştım?    Yaşadığım  bir rüya mi yoksa ? 

Uyku ile uyanıklık arasında  bir kanat çarpıntısı ile ceviz ağacının yeni uyanan dalları cama vuruyordu.

Göz kapanlarım ağırlaşıyor. Uzanayım uykuyu başıma çekeyim...

Elimi tutan yıllarca önce rahmetli olan  sevgili ablam değil mi ?  Beni  kolumdan tutup karanlık odanın kapısını kapatmaya götürüyor; 

-Gel, korkma , diyor. 

Sanki hiç uyumamış, sanki  hiç uyanmamışım.  Mayısın  ortalarına  doğru yürüyorum.

Bahar  ne zaman geldi, ne zaman geçti?  

 Pencereden sokağı seyreden şu adam kim? 

Çiçekçi otobüs  durağında  bekleyen şu adam  ben miyim? 

<