M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

İNSAN İNSANA EMANETTİR

KAVURMA ŞENLİĞİ (1)

Malum Kurban Bayramı ve bayramla birlikte özellikle son yıllarda yoğunlaşan manasız bir “kurban” tartışması;

“Dinde kurban kesmek var mıdır, yok mudur?”

Toplum -hep olduğu gibi- ikiye ayrılıyor bu tartışmayla. Bir tarafta mutlaka bir hayvan kesilmesi gerektiğini savunanlar, diğer tarafta ise bunun bir hayvan katliamı olduğunu iddia edenler. Ama işin ilginç tarafı, her iki taraf da “kurban” ın ruhundan ve ondaki toplumsal içerikten bihaber.

Oysa Kitab-ül Mübin “Kurbanlarınızın etleri ve kanları Allah’a ulaşmaz. Sadece takvanız ulaşır (Hacc 37)” şeklinde uyarıyor. Yani Rabbimiz, “Ben sizden iyilik, doğruluk, dürüstlük, kardeşlik, merhamet, sevgi, bunları bekliyorum; karz-ı hasen (karşılıksız Allah’a borç verme), salât, zekât, ihtiyaç fazlasını verme, yardımlaşma, birbirinize kendinizi feda etme, yoksulları gözetme, zayıfın elinden tutma, düşmüşü kaldırma, bunları bekliyorum, takva budur. “diyor. 

Şimdi bu ayetten hareketle toplumun süregelen algısını ve “takvasız” didişmelerini bir tarafa bırakıp kurbanın aslında ne olduğunu anlamaya çalışalım;

Kitab-ül Mübin’e baktığınızda kurban kavramının aslında kurbiyet yani yakınlaşma, yakınlık duyma, O’nun rızasını kazanma olduğunu görürüz. Başka bir deyişle “adanmışlık hali, Allah rızası uğruna fedakarlıkta bulunma, Allah ile arasındaki mesafeyi kapatmaya çalışma çabası” da diyebiliriz. Tabi ki aramızda “kendine yabancılaşan kişinin kendine yakınlaşması” tarifini yapacak kardeşlerimiz de çıkacaktır. 

Yine de her yıl olağan hale gelen bir manzara çarpar göze. Kurulan pazarlardan bir kurbanlık seçilir. Bayram sabahı kesilir veya kestirilir. Sonra etler alınır dağıtılır ve bir et yeme şenliği başlar. Televizyonlarda kurbanlık yerine kendini doğrayanlar, kasapların elinden kaçan hayvanların görüntüleri, acil servislerden yükselen feryatlarla izlenir. Başka biri çıkar, yoğun et tüketiminin zararlarını anlatır; bir diğeri kolesterol ve tansiyon ikazı yapar; bir başkası etin yanında yeşillik de tüketilmesi gerektiğinden dem vurur. 

En nihayetinde de çıkar bir din adamı “bayram, kavurma şenliğine döndü” diye şikayet eder, “gariplerle kurban etlerimizi paylaşmalıyız” diye de uyarır. Bu zat-ı muhtereme ben de katılarak diyorum ki; yetim, yoksul, düşkün, garip, kimsesizlerin hakkı gözetilmeden bir gelenek anlayışı ile kesilen kurbanlar, abdestsiz kılınan namazlar gibidir!

Ama kurbanın asıl manasından uzak bu ruha sahip olanların kimisi için artık yardımlaşma ve infak sezonudur; kimisi içinde kalıplaşan geleneği yerine getirme telaşıdır. 

Peki bu iş nasıl olmalıdır?

Bu noktada dinsel terminolojiye girip kafanızı karıştırmak istemiyorum. Ama kurban meselesinin hayvanın eti ve kilosu üzerinden takva ayarları çekip, bir de derisini camiye bağışlayıp, etini de ihtiyaç sahiplerine bağışlayarak vicdanımızı teskin kılmaktan ibaret olmadığını özellikle belirtmek zorundayım. 

Zira sadece belli bir zaman dilimine sığdırarak nemalanmaya çalıştığımız paylaşım emri, yılın sadece üç dört gününe özgü değil, her anına özgü bir emirdir. Sadece eti değil otu da, parayı da, tebessümü de kapsayan, geniş bir paylaşım ağı var müntesibi olduğumuz dinin. 

Yani, yazık ki kurban kelimesi de bir çok dinsel ritüelimiz gibi amacından sapmış, sinirleri alınmış, içeriği boşaltılmış durumda. Bunu infak vesilerinden biri kılmak yerine infak emrinin aslıymış gibi sunarak, paylaşım kültürümüzü daraltılmış dilimlere hapsedip Allah’a yakınlık vesilesi olabilecek bu ibadetin aslında bir uzaklığa sebep olabileceğinin farkında değiliz. 

Peki ne yapmalıyız?

Bu soruya yanıt vermeden önce biraz geriye gidelim.

Özellikle dinler tarihi irdelendiğinde insanoğlunun binlerce yıldır korktuğu, ürktüğü bir takım doğa güçleri karşısında korunma amaçlı olarak bazı şeylerini feda ettiğini ve buna “kurban” dediğini görüyoruz. Başlangıçta en sevdiklerini, zaman zaman çocuklarını kurban olarak adayan(!) insan, zamanla bunu hayvan kesme şekline dönüştürmüştür. 

Bu dönüşüm Kur’an-ı Mübin’de de herkesin bildiği Hz. İbrahim (as) ve Hz. İsmail (as)‘in yer aldığı simgesel bir anlatımla hayat bulur. Oğlunu kurban etmek üzere iken kendisinden bir hayvan kurban etmesinin veya mitolojik anlatımıyla gökten koç indirilmesinin(!) hikayesi bin yıllardır nesilden nesile taşınmış ve nihayetinde kurban dendiğinde de akla gelen ilk şey “hayvan kesme” olarak belirmiştir. 

Özellikle kitabımızda kurban ile hacc ibadetinin birlikte anılması, Hacc döneminde Kabe’ye akın eden (ve artık sayısı milyonlarla ifade edilen) hacı adaylarının besin ihtiyacının karşılanması içindir. Yani İslami bir ritüel olmasının kökleri buradan gelmektedir. 

Buradan hareketle de şunu belirtmek gerekiyor ki, Kur’an-ı Mübin’de “kurban kesme” diye bir ibadet yoktur diyenler olayı saptırmaktadır. Kitabımızda kurban kesmek vardır ve bu ayetlerle sabittir. Ama kurban ibadetini mutlak hayvan kesmek olarak anlatanlar da olayı amacının dışına çıkarmaktadır. 

Peki hangisi doğru?

Şunu belirtmek gerekir ki, kurban ibadetinin temelinin ‘hayvan kesmekten’ ibaret olmasının sebebi; hayvanların en büyük ve en önemli servet olarak iş gördüğü toplum ve zaman dilimlerinde hayat bulmasıdır. Zira dinler tarihinde de, İslam tarihinde de toplumda en büyük servet hayvandır. Hatta tarih kitaplarında altın, gümüş gibi servet unsuru olarak addedilen metanın el değiştirmesinin bile hayvanlarla yapıldığını görebiliyoruz. 

Yani hayvanlar ticari ve toplumsal yaşamda ekonominin en baskın unsuru olarak yer almıştır. Böylesi bir toplumsal ve iktisadi manzara içinde de insanların en büyük mal varlığı olan hayvanlarından bir kısmını keserek yoksullara dağıtması, zengin ile yoksul arasındaki mesafenin kapatılması ve özellikle her iki kesimin besince birbirine yaklaşması kurbanın gerçek manasını yansıtmaktaydı. 

Kur’an-ı Mübin’deki infak (paylaşma) ile iman arasındaki ilişkiyi irdelediğinizde de anlam daha belirgin hale gelmektedir. 

Tüm bu anlatımları alt alta topladıımızda diyebiliriz ki, kurbanın aslı infaktır

(Devam edecek)

<