M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

İNSAN İNSANA EMANETTİR

KAVURMA ŞENLİĞİ (2)

Yoksul ile zengin arasındaki gelir farkını azaltmak ve mümkün mertebe ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Her yıl ümmetin sünneti olarak kutlanan Kurban bayramlarının da ana gayesi, aradaki bu mesafeyi kapatmaktır.

Şimdi bu tespitlerden yola çıkarak akla gelen soruları sıralayalım;

Kurban bayramlarında yoksul ile zengin arasındaki mesafe kapatılabiliyor mu? Toplumdaki gelir dağılımındaki uçurumda boşluğa düşenler buna ne kadar fayda sağlıyor? En önemlisi yoksullarla zenginler, alttakiler ile üsttekiler yakınlaşabiliyor mu?

Bu noktada baktığımızda; kurbanın, yani Rabbe yakınlaşmanın yollarından biri ve bence en önemlisi olan infak etmenin neden zenginler üzerinde bir dini yükümlülük olduğunu daha bariz bir şekilde anlayabiliriz!

Zira ayetlere baktığınızda yakınlaşmakla emrolunan kesim zengin kesimdir.

Neden?

Bu fikrime katılmayacak okurlarım olsa bile ben zenginleşmenin mutlak surette birilerinin fakirleşmesi, sömürülmesi, emeğinin hiç edilmesi üzerine bina edildiğine inanan biriyim. Bu durum da, en muhteşem ayet olan insana zulm edildiği için Allah’tan uzaklaşmayı beraberinde getiriyor. Çünkü özellikle iniş sırasına baktığınızda ilk yirmi üç süre ısrarla eşitlenmeyi haykırıyor. Eşit paylaşım olmayınca da fıtri denge bozuluyor ve Allah’ın bu dünyada kurulmasını istediği cennetin önüne set çekiliyor!

Bu durumda zenginler, zenginleşmek suretiyle uzaklaştıkları Allah’a yeniden yakınlaşmak adına her yıl kurban bayramında bir yıllık servetlerini sorgulamak ve ortaya çıkan çarpıklığın giderilmesi için de çabalamak zorundadır.

Bunun da salt hayvan kanı akıtmakla olmayacağı sanırım aşikar.

Demek ki, kurban ibadetinde asıl amacın hayvan kesmek değil Allah’a yaklaşmak olduğunu söyleyebiliriz. Bugünkü baskın değer ise artık bir tarım ve hayvancılık toplumu olmaktan çıktığımız için hayvan değil, güncel ekonomik değerlerdir.

Bu işi sadece hayvan keserek kapatmak ise kendini kandırmaktır.

Böyle okuyamazsak, asıl gayesi Rabbe yakınlaşma olan kurban ibadetini ruhundan kopartıp sinirlerini almış oluruz ve her kurban bayramında kapanması gereken yoksul zengin arasındaki gelir uçurumu çok daha büyür!

Yoksa yalılarda köşklerde, rezidanslarda veya saray yavrusu evlerde konaklayıp yılda bir kez “bir hayvan alıp kesip kanını akıttım” demekle bu ibadet de yerine gelmez, asıl gayesi olan Rabbe yakin olmak da mümkün olmaz.

Öyleyse diyebiliriz ki, simgesel olarak kurbanın ana manası, Allah’a yaklaşmak için, yetime, miskine, yoksula, düşküne el uzatmak; kimsesize ‘kes’ olmaktır.

Çünkü Rabb’in rızası kulun rızasındadır.

Çünkü insan insana emanet edilmiştir.

Ayrıca yetimden kasıt, anasız babasız kimse değildir. Mesela yüz tane akrabası olduğu halde bankadan kredi almak zorunda kalan herkes yetimdir.

İşte bu ve benzeri durumların ortaya çıkmasına neden olan sebeplerle verilen mücadeleye “kurban ibadeti” diyoruz.

Ancak bu şekilde Rabbinizle kurbiyet kurar, ona yakınlaşırsınız…

Bir de bu konuyu dinsel terminoloji üzerinden değerlendirip sözlerimizi bağlayalım;

‘İnnâ a’ taynâkel-kevser fe-salli li-rabbike venhar inne sânı eke hüvel ebter’ arapça lafzıyla okuduğumuz Kevser süresi inanıyorum ki herkesin ezberindedir. Bizim dönemimizde okul sıralarında kafamıza vura vura öğretilirdi bu kısa süreler anlamları ile birlikte.

Burada Rabbimizin ‘kurban kes ve namaz kıl’ dediğine dair yaygın kanaate itirazım var.

Zira ayette geçen “salli” kalıbı, salat kelimesinin bir veznidir.

Bu kalıp, şu ayetteki kalıp ile hemen hemen aynı manaya gelir.

“Allah ve melekleri o resule salli ederler” (Ahzab,56)

Eğer buradaki salli kelimesini salt “namaz” diye çevirirsek, Allah ve melekleri peygambere namaz kılmış olur ki bu belirsizve hatalı bir yakıştırma olur.

Dolayısı ile buradaki salli kelimesini “destekleme” anlamıyla çevirmek zorundayız.

Yani, Allah ve melekleri peygamberi desteklerler.

Bu durumda da Kevser suresindeki salli kelimesi “desteklemek” anlamına gelir.

Ayette geçen “venhar” sözcüğü ise, nahr kökünden türemiş bir kelime olup, boğazına bıçak dayanmış devenin göğsünü ileri attırması manasında “bir işi göğüslemek” anlamına gelir.

Bu anlayıştan baktığımızda günümüzde bu ayetin sadece “bıçağı dayama” kısmını almış ve olayı salt “hayvan gırtlaklamak” olarak okumuş oluruz.

Ama bu süreyi kanımca tam çevirdiğimizde (ki en doğrusunu ancak Allah bilir);

‘Biz sana Kevser’i verdik; şu hâlde destek iste, (salat) yardımlaşma ve dayanışma içinde ol. Güçlüklere göğüs ger. Asıl kökü kuruyacak olanlar sana kin besleyenlerdir ‘anlamı çıkmalıdır. 

Çünkü süre Mekki’dir yani Mekke’de inmiştir. Bırakın namaz kılmayı, hatta yetinmeyip kurban kesmeyi; Müslümanlardan dört kişinin bir araya gelmeye bile mecalinin olmadığı; yoğun bir baskı ve işkence ortamının olduğu, Hz. Peygamber (sav)’in aşağılanıp dışlandığı ve kendisi hakkında ‘Muhammed böyle giderse toplumda bir yere gelemeyecek, kökü kuruyacak.’  denildiği dönemlerde inen bir süre.

Bu söylemlere karşılık da inen ayette deniyor ki; ‘‘fe-salli li-rabbike venhar’…

Yani; “Sen, Allah’tan destek iste! Etrafında toplananlarla birlikte yardımlaşma, dayanışma ve kenetlenme içerisine gir ve seni yok etmek isteyenleri, “tıpkı devenin kesilirken göğsünü ileriye doğru itmesi gibi göğüsle, güçlüklere göğüs ger ve diren” şeklinde de okumak gerektiğini düşünüyorum.

Peki…

“Zengin değilim, kurban kesmeli miyim?”

Kurban kavramını “Rabbimize yakin olma” olarak okuduğumuzda, bu sorunun cevabı da berrak bir şekilde çıkıyor ortaya;

“Yardımseverlik imkan sahibi iken yoksula düşküne el uzatmak değildir; zira o konumda iken bu bir lütuf değil görevdir! Asıl yardımseverlik “onlar kadar muhtaç iken” sofrandaki ekmek kırıntısını dahi muhtaç olanla paylaşabilmektir!”

(Bitti)

<