KAYIP ÇOCUKLAR (1)

Kayıp çocuklar diyorum çünkü bu yazıları yazarken isim, yer belirtmeyeceğim. Tek istediğim sizlerden bu yazıları okurken biraz olsun empati yapabilmeniz.  Amacım bu çocukları isimsiz yersiz yurtsuz tanıtmak ve bir farkındalık yaratmak az da olsa bu çocukların sesini duyurabilmek.

    Bildiğimiz gibi ana rahmine düştüğümüz an itibariyle Rabbimin bizleri hangi aileye, hangi ırka, hangi dine, hangi örf ve adetlere göndereceğini bilmeden geliyoruz bu dünyaya.

    Gözlerimizi açtığımızda yani doğduğumuzda sadece ihtiyaçlarımızı karşılatabilmek için ağlıyoruz ve zaman içerisinde doğduğumuz ortamdaki ailelerimiz kimler ise onların şartlarında ve onların dilini dinini kullanıyoruz. Bize kimse sormuyor, sadece sevinen ya da üzülen kişiler oluyor çevremizde doğumumuzla ilgili. Kimi aile sevinçten deliye dönerken, kimi ailede ise yaslar bağlanıyor bu çocuğun karnı nasıl doyacak diye. 

    Türk milletinin bir özelliği vardır, “her gelen bebek kendi rızkı ile gelir dünyaya” diye düşünülür. Şayet dünyaya geldiğiniz aile zengin ise sizde o zenginlikten pay alacaksınız demektir, lakin doğduğunuz aile fakir ise siz sorumlu bir kişiliğe sahipseniz en azından siz büyüyüp iş buluncaya okuyuncaya kadar tabiri caiz ise adam oluncaya dek o fakir hayatı yaşayacaksınız demektir. Ve hayata bir sıfır yenik başlayacaksınız.

 Zengin aileye gelen çocuktan tek farkınız sizin yoksul belki de cahil vurdum duymaz bir aileye gelmiş olmak olacaktır. Zengin ailedeyseniz başınızda dadılar, özel eğitmenler, özel okullar, kalite kıyafetler, arabalar olacaktır hayatınızda, belki ileride ailenizin kurduğu şirketi yöneteceksiniz ya da çok şımarık yetiştirildiyseniz her hatanızı örtmek için çabalayan bir aileniz olacak.

  Şayet fakir aileye geldiyseniz zaten hayatta hep bir sıfır geriden başlayacaksınız, ne özel okul, ne kaliteli kıyafetler, ne özel öğretmenler nede arabanız olacaktır. Belki de bunların bir kısmını elde edebilmek için hayatınız boyunca çalışacaksınız.

   Yani aslında bizim hakkımızda en büyük kararı veren o yüce güç. Onun istediği gibi geliriz dünyaya ve daha o zamandan yüzde elli elli şansımız ya vardır ya da yoktur.

   Bir kısmımız yaşananları ya da yaşatılanları kendi suçumuz olarak benimseriz. Aslında suç çocuk olarak bizde değildir, suç bazen ebeveynlerimizde, bazen de biz çocukları ikinci sınıf vatandaş olarak gören ve her hakkı kendinde bulan yine biz büyüklerindir.

   Çocukları aile kurtarıcı olarak, ya da üç beş dakikalık zevk uğruna yaparız., sonunu düşünmeden. Erkeklerin çoğu aileleri de dahil erkek evlat isterler, soyları yürüsün diye, kız çocuklarını evlattan saymazlar. 

    Erkek çocukların yaptıkları ayıp olarak görülmez bile onların yaptıkları söylediklerine gülünür, bir de üstüne üstelik aferin denir bak benim oğluma denir baş tacı edilir. Kız çocukları öylemi ya, ne yapsalar bazı çevrelerde hor görülürler. En ağır işler erkek çocuklar otururken onlara yaptırılır. Sen kızsın, kızlar okumaz, kızlar ev işi yapar, kızlar dışarı çıkmaz diye evlere de kapatılırlar. 

 Aslına bakarsanız kız ya da erkek çocuk olmak başlı başına bir suçtur. Kendi günahlarımızı üstlerine serptiğimiz, cezalandırdığımız, ya da konuşsak sevgiden, onları anlamaya çalışmaktan çok eziyet edilen, korkutulan, ezilen, tecavüz edilen, az ceza alacak diyerek adam öldürtülen, hayatları bize emanet edilmiş çocukları anlamayan dinlemeyen onları birey yerine koymayan bizleriz.

     Azıcık zaman ayırsak, onları dinlesek, onlara söz hakkı tanısak, kendilerini güçlü ve bir birey olarak görsek, onlara acımasızca davrananları dışlasak ya da devletimiz gerekli cezaları verse çocuklarımız daha huzurlu ortamlarda büyüse ayaklarına taş değmese ne güzel bir dünya olurdu bizim dünyamız.

     Tek yapmamız gereken aslında onları kim olurlarsa olsunlar sevgiyle kucaklamak, onlara bu yaşadıkları olaylarda suçları olmadığını anlatabilmek, güçlendirmek, hayata hazırlamak, yapmak istediklerini dinlemek onlara fırsat eşitliği sunmak. En önemlisi de kendi çıkarlarımızı çocuklarımıza yüklemeden onların birer iyi insan olarak büyümelerine imkan sağlamak bizlerin en önemli vazifesi. 

    Nasıl biz ebeveynler için çocuklarımız 25-30 yaşına da gelse evde bakılması sevilmesi gereken şahıslarsa, onları nasıl seviyor ve kolluyorsak KAYIP ÇOCUKLARIMIZI da aynı şekilde sevmeli ve saymalıyız. Onları yaşadıkları olaylarda hor görmeyerek, kocaman kucaklamalı ve onlara sevgimizin bir damlasını olsun samimiyetle vermeliyiz.

<