RECEP ARSLAN

RECEP ARSLAN

Kederden mi, neden bilmem

Ten kafesinde mahsur kalan ruhumda bir acı hissederim çoğu zaman. Ruhum sınır tanımaz bir küheylan. Ama beden elverişsiz ruhun serencamına. Bir şarkı sözünü paylaşmak isterim. Ahmet Refik Altınay tarafından yazılmış bir şiir. Bu şiir hicaz makamında, düyek usulünde Nasibin Mehmet Yürü tarafından bestelenmiş.

Xxxx

Çocukluğumda Gaziantep’te kayalardan oyulmuş mağaralarda ip bükerdik. O işte çıraklık ediyordum. Mağara da hamam gibidir. Şarkı söyleyen herkes sesinin güzelliğinden memnun olur. Genç iş adamlarımız, ustalarımız, kalfalarımız vardı. Elbette gün uzun, iş yorucu, alan müsait olunca kimi zaman hem çalışır hem şarkılar söylerdi genç çalışanlar.
Orada çalışan insanların iş sahipleri nispeten para kazanırdı ama, çalışanların hepsinin derdi ortaktı. Az kazanımla yaşamak zorundaydık.  Sevinçler ve kederler ortaktı, anonimdi. Elbette orada da riyakearlık, yalakalık, fırsatçılık, çekemezlik, her türlü insani ayak oyunları seyrederdim. Hayatımı pek yaşadım denemez. Daha çok gözlemledim. Herkes yaşadı ben seyrettim. Hayatın her mükemmelliğini de, her rezilliğini de gördüm. Ne mükemmellikten, ne rezillikten çok nasibim olmadı.

Xxxx

O mağarada bir genç vardı ki, henüz askerliğini yapmamış, ince narin, atletik, yakışıklı bir genç. Hemen her gün onlarca şarkı söylerdi. Mağarada değil başka salonlarda da söyleseydi, zevkle dinlenir bir sesi vardı. Zaten o şarkı söylemeye başladığında başka insan sesi duyulmaz, sadece makinelerin, iş aletlerinin tabi sesleri kalırdı.
O yaşlarda anlamını kelimesi kelimesine bilmediğim ama derin hüzünleri ifade ettiğini anladığım şarkıyı ondan dinleyerek sevmiştim. Nerden bileyim, o şarkının hayatımın özeti olacağını. Ama kader aslında şifrelerini hep veriyor da, biz o anda alamıyoruz iletiyi. Aradan yıllar, yıllar geçip de bir hayat fotografı çıkınca ortaya, kaderin şifre sergilediği o anı hatırlıyoruz.

Xxxx

Kederden mi, neden, bilmem
Sararmış reng-i ruhsarın
Senin içün bak nasıl ağlar
Yanar bu aaşık-ı zaarın

Ağarsa saçların,
Keafi bana, çeşm-i füsunkearın
Senin içün bak nasıl ağlar
 Yanar bu aaşık-ı zarın.

Xxxx

Yüzünün rengi sararmış, kederden midir, yoksa başka bir dertten mi? Sana aşkla bağlanmış aaşıkın yanıyor senin için ve aralıksız ağlıyor. Saçların ağarsa bile, o güne kadar kavuşamasak bile, bana efsunlayıcı, çekici, cazibeli, büyüleyici bakışın yeter. Nakarat mısralarıyla şarkı tamamlanıyor.

Xxxx


İşte eskiden, benim medeniyetimde aşklar böyleydi. İçinde ahlaksızlık yok, hürmetsizlik yok, şehvet çok gerilerde, ifade edilemeyen yerdeydi.
Ben haala o medeniyetin mensubuyum ve o hayatın aşklarını yaşıyorum. Çeşm-i füsünkear ile, samimiyetinden şüphe etmeyeceğim tebessüm karşısında tüm silahlarım ellerimden kayıp düşüyor.
Kimse beni anlamıyor, anlayamıyor. Onlar günün medeniyetine, ben ise kendi medeniyetime mensubum. Ruhum acılar içinde asil davranışlarla sancısını saklamaya çalışırken, ten kafesinin darlığı elimi kolumu bağlıyor.

<