KEDİLER, MARTILAR, KARGALAR VE KARINCALAR…
Bu yaratıkların bu tarihi ilçede, oturduğum dairenin pencereleri önünde hayatıma bu kadar gireceğini söyleselerdi asla inanmazdım.
Şairler sultanı Yahya Kemal İstanbul’u bu tepelerinden seyretmiş. Ben ise başımı bile kaldıramıyorum. Kaldırsam ne göreceğim? Bakınca bu tarihi semte, hanımefendiliğine , beyefendiliğine yakışmayan, dedikoducu kadınlar gibi ağız ağza vermiş apartmanları görüyorum.
Meşhur bir sanatçı olsaydım belki param da olurdu. O zaman mesela, Boğazda deniz kenarında bir yalının balkonunda oturur bambaşka tepelere, denize, Galata’ya ,Kız Kulesine bakar hayallere dalardım.
Şimdi bu daracık ilkel sokakta görüş hizamı eciş bücüş binalar doldurmuş. Daireler nohut oda, bakla sofa misali küçücük… Bu küçücük dairelerde çamaşır asacak yer bile yok. Bu yüzden çamaşırlarımız bayraklarımızla balkonlara sallanıp duruyor.
Üstüne üstlük bu küçücük balkonlara uydu antenler de var..
Pandemi süreci başladı başlayalı, canına pek hassas yaşlı karıkocalar, güneşliklerini çekip bu balkonlar da kahvaltı yapıyorlar. Yaşlı bey, her zaman traşlı şık ev giysisi, gazete okuma tarzı ve ciddiyetiyle pek ala askeriyeden emekli biri olabilir. Kilolu eşleri ise bir moda defilesine katılır gibi şık beyinin karşısında oturuyorlar…
Aşağıya baktığımda omuz omuza veren bu bitişik nizam bu apartman silsilesinin zikzaklar yapa yapa koşar adım Harem’e kadar indiğini görüyorum..
Sokaklarımız genelde sakindir. Tek yönlü,mecburi istikamet gösteren bu sokaktan ara sıra birkaç araba, bu civarda oturan dullardan birilerine hava atan eksozu sökülmüş bir motosiklet geçer…
Bu sakin sokakta her şey iyi güzel, ortam iyi huylu bir deniz kadar sakindir de ; merak ederim; her sabah kavgalar yapar gibi yüksek perdeden konuşan, çığlık atan bu martıların derdi ne?
Yan apartman ile bizim apartman arasına gerili telefon siyah kablolu telefon telleri üzerinde sallanıp gözüme bakan kargalar benden ne istiyor? Ya mor başlı zarif kumrular?
Bahardan önceydi. Soğuk günlerdi. Kumrulardan biri penceremin önündeki saksıya yumurtasını bırakmış,iki güvercin nöbetleşe yumurta üzerinde gurka(kuluçkaya) yatmıştı. Yumurta minik minnacık,bembeyaz, tam bu kumruların zerafetine yakışır inci gibiydi.
Nasıl olduysa olmuş; bir ara bunlar yuvayı boş bırakmışlar.
Telefon telleri üzerinde sallanan fırsatçı ,terörist eşkıya kargalardan biri hoop yumurtayı çalmış !
Kumrular günlerce gelip pencere önünde ,üzgün gözlerime baktılar. Bir umut; boyunlarını büküp yumurtayı aldıysan yerine bırak , der gibi çevremde dolaştılar.
Alçak kargalar, gaak, gaaaak, cambaza baak, diye twitler atınca faillerin kimler olduğu anlaşıldı. Zavallı kumrular suç duyurusunda bulunmadılar ama hırsız kargalara şiddetli beddualar ettiler.
Bunlar pis işlerle ilgileniyor diyorum da kimseye inandıramıyorum. Havadan yaşamaya alışmışlar. Bu yüzden ortada bir şey bırakmıyorum. Bıraksam başında bekliyorum. Küçücük kedilere bıraktığım yiyeceklere bile gönül indiriyorlar... Bunlar pisliğin teki ! Hırsız ! Bunlar hayvan!..
Penceremin denizlikleri üzerinden kafileler halinde geçen karıncaların geçiş güzergahına yolluk niyetine bir parça tavuk eti bırakmıştım geçen gün. Karıncalar müddet duraklayıp, aralarında istişare yaptıktan sonra yolluğun başında toplanıp operasyona başladılar.
Pencere kenarında bir ara çekilmemi fırsat bilen hırsız, terörist kargalar “yolluk” üzerine dalış yaparak üzerindeki karıncalarla birlikte midesine indirmişler. Tabi geride kalan karıncalar gibi ben de üzüldüm. Kalanlara selamet dileyip, içeriye çekildim…