M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

İNSAN İNSANA EMANETTİR

KELİMELERİN GÜCÜ AŞKINA- 2

Evet!

Kelimelerin gücü ile tanıştığım ve en çok da İlahi kudretin dahi kelimelerin gücünü kullandığını keşfettiğim günden beri (ki bu yaklaşık 20 yılı aşkın bir süreye tekabül ediyor) insanları hep harflere benzettim.

Başta içinde doğup büyüdüğümüz aile, kültürünü yudumladığımız toplum, ilke ve ülkülerini amaç edindiğimiz coğrafya ve en nihayetinde de kâinat ise, bu harflerin yazıldığı birer kitap olarak belirdi zihnimde.

Sessiz harflerin gereksiz olmadıklarını, zira kâinat kitabında hiçbir şeyin sebepsiz yaratılmadığını; sessiz harfler olmadan sesli harflerin de sadece bir ünlem ifadesi olmaktan öteye geçemeyeceğini, ancak sesli harflerin “olmazsa olmaz” olduğunu idrak ettiğim son on yıldan beri de özellikle İslâm kimliğine bürünen veya öyle olduğumuzu sanan bizlerin tıpkı İbn-i Mesud(r.a) gibi hep sesli harf olması gerektiğini savundum.

Çünkü evrensel olduğunu beyan eden ilahi çağrı, tüm kutsal metinlerde aynı ahenk ve uyarılarla kâinat kitabına sevginin, merhametin, şefkatin, empatinin, nezaketin ve sanırım en çok da adaletin ancak sesli harflerle yazılacağını defaten haykırıyor. Sesli harf olmak ise ancak dinamizm ile yani her konuda “aktif” olabilmekle mümkün olabiliyor.

Bu aktifliği de pek tabi ki bugün bize yazık ki kodlandığı gibi salt belirli zaman dilimlerine sıkıştırılmış dinsel ritüellerle veya kutsallık gömleği giydirilmiş kavramlarla değil, hayatın soluk alıp verdiğimiz her alanında yaşama geçirmek gerekiyor!

İşte bizim sınıfta kaldığımız yer bence tam burası.

Çünkü “inandım ve kurtuldum” sanrısı, kültürünü yudumladığımız toplumsal öğretiler tarafından bir “kurtulmuşluk vehmi” içinde benliğimize zerk ediliyor. Bu vehme kendimizi kaptırdığımız andan itibaren de kendimizi İslâm’ı kabul eden birer “seçilmiş” olarak gördüğümüzden, ilahi hitabın ısrarla ‘bizi bize çağıran’ “ey iman edenler!” çağrılarının hep “inanmayan tayfaya” hitap ettiğini düşünüp, parmağımızla hep muhatabımızı işaret ediyor, sağa sola bakmayı tercih ediyoruz!

Oysa ki, “idrak, tekrar ve ısrarda gizlidir” uyarısınca ifade etmek gerekir ki;

Biz “seçilmiş” falan değiliz. Kurtulmuş hiç değiliz.  

Tam aksine biz, bizzat kendi hür seçimimizle kâinat kitabına sevgiyi, merhameti ve adaleti yazmayı kabul etmiş ve bunu da şahitlikle beyan etmiş sesli harfleriz. Bu yüzden de (hüsnü zannımca) bu kabulün sorumluluğunu yüreğimize yük ederek; kâinat kitabına yazabildiğimiz sevgi, sunabildiğimiz merhamet ve tutunduğumuz adaleti nakşedebildiğimiz kadar kurtulabiliriz!

Farkında mısınız bilmiyorum ama bence bunu başaramadığımız için hal ve ahvalimize, sağlığımıza, gelirimize, yaşam konforumuza, güvenliğimize, güvenilirliğimize ve toplumsal yapımıza dair şikayetlerimiz, elimizdeki imkânlara oranla her geçen gün azalacağına aksine ters bir orantı ile artıyor.

(Devam edecek)

<