KENDİMİZE TUTUNMAK-3
Ancak bu kadarla değil.
Çünkü bu mücadele, aynı zamanda yoksulların sırtından semiren imtiyazlı sınıfa karşı, yoksulluktan kurtulmanın, ezilmişleri önder kılmanın mücadelesi; aç gözlülüğe, şatafata, hırsa karşı verilen bir erdem savaşı; baskıya, ötekileştirmeye karşı bir direniş; ahlâklı olma konusunda hayatın her alanında tavizsiz bir duruş; tüm yaratılmışa karşı güzelin yarattığına çirkin muamele edilmez anlayışı içinde engin bir merhamet sahibi olmak idi.
Şimdi sayısını çokça artırabileceğimiz, hatta sayfalar dolusu yazabileceğimiz, bizi biz yapan şu saydığım özelliklerden kaçı var avuçlarımızda?
Dürüstlükle, asaletle, adaletle ve merhametle sorunların üstesinden nasıl gelinebileceği; sakinliğin, efendiliğin, adalet ve dürüstlüğün dirayetle bir araya geldiğinde neler yapabileceğinin en bariz örneği olan tarihimize rağmen biz bugün neden bu haldeyiz cevabı olan var mı?
Yok değil mi?
Çünkü biz, benimsediğimizi iddia ettiğimiz ve dünya tarihine yüzlerce yıl yön veren değerlerimize rağmen, vakti kuşanarak itiraz ettiğimiz dünyaya ahlâki standartlar sunamadık.
Çünkü barışın, kardeşliğin, birliğin, dayanışmanın çimentosu olan bu dinamikler; bizim elimizde ayrışmanın, çatışmanın, kavganın aracı haline geldik.
Çünkü biz, kendi kültürümüzden, terbiyemizden, medeniyet değerlerimizden yola çıkarak bırakın “bizden olmayanları”, bizden olanların dahi yaşamlarında kolaylık sağlayacak değerler üretemedik.
Çünkü biz değerlerimizi yaşadığımız çağa monte edip çağa şekil vermek yerine, değerlerimizi ardımızda bırakarak yaşadığımız çağın şeklini almayı tercih ettik.
İşte bu yüzden bugün Newyork, Atlanta, Teksas bir olurken; Paris, Köln, Londra, Helsinki, Madrid el ele verirken Bağdat, Kudüs, İstanbul, Mekke, Kerkük, Musul, Şam boynu bükük!
Başarabilir miyiz derseniz?
Tabi ki, kocaman bir evet!
Tek şart; kendimize, değerlerimize, birbirimize tutunmak!
Göklerinde Hz.İbrahim’in kuşlarının uçtuğu, bozkırlarında Hz. Süleyman’ın atlarının koştuğu, vadilerinde Hz. Salih’in develerinin gezdiği, nehir kenarlarında Hz Ömer’in koyunlarının özgürce otladığı bir dünya hayal değil!
Ama bu kolaycı, kafa konforu rahat, yenilmiş bir uygarlığın çocuğu olmanın getirdiği hüznü yudumlamayanların, başkalarının yarattığı uygarlığın nimetlerine gidip konmayı marifet sananların, Avrupa eskilerini alıp yenilik sayanların, çağdaşlık adı altında tüm değerlerinden soyunanların göreceği bir rüya da değil!
Hatta dünyayı kurtarmaya azmetmiş, dünyayı barış, esenlik ve güvenlik yurdu kılmayı amaç edinmiş bir dinin (sözüm ona) mensuplarının dünyanın gözü önünde birbirini boğazlarken görebileceği bir rüya hiç değil!
Tam aksine bizzat “çağdaş uygarlık almayı değil yaratmayı” kafasına koyanların, kendi öz değerlerinin farkında olanların, tüm dünyayı cennete çevirecek kadar sevgi ve merhamet ile dolu olanların, gücün hakkına değil hakkın gücüne inananların; dünyanın koşulsuz bir sevgi, katıksız bir merhamet ve amasız bir adalet ile herkes için cennete dönebileceğine inananların, bütün gücü kendi sinesinde bulabilenlerin, tüm bunlarla “sahici” anlamda “içerden” yüzleşebilenlerin görebileceği bir rüyadır.
Çünkü o rüya, özü gür olanları özgürlüğe; hala insan kalmış olanları ise birleşmeye, el ele vermeye, ortak iyinin iktidarı için gönül birliğine; tüm insanlık için erdemli, namuslu ve ahlâklı bir yaşama, dolayısıyla hem medeni olmaya hem de uygar olmaya davet ediyor!
Bu rüyayı gerçekleştirecek olan ise Hira’dan yükselen vicdan ve merhametin, kıyamete kadar haykıracak olan nefesidir!
Duyabilenlere selam olsun!
(Bitti)