KENDİNİZE UĞRAMADAN GİTMEYİN BU DÜNYADAN (2)
Bu dinginlik hali ile düşünemediklerimizi, onca koşuşturmadan düşünmeye vakit bulamadıklarımızı, zihnimizi bütün yakalayıp kendimizle konuşamadıklarımızı düşünmeye, idrak etmeye, anlamak için çaba göstermeye yöneliyoruz.
Artık neredeyse şuursuzca içinde dönüp durduğumuz döngünün bir anda durması; bizi yeniden en yalın, en kendinde, en sakin, en berrak haliyle “kendimize” mecbur kılıyor. Körleştiklerimizi bize yeniden görünür kılan, zihnimizi ve kalbimizi hakikatin ritmine geri çağıran ve hızımızı keserek alemin ahengiyle yeniden bütünleşmemize imkân veren bu lütuf şüphe yok ki Allah’ın kulları üzerindeki rahmetinin tezahürü.
Çünkü bu dünyaya gelirken “yalnız” olduğumuzu, bizi en çok seven insan(lar)ın dahi yerimize ölmeyeceğini, hesap anındaki mahcubiyeti dahi “bir başımıza” yaşayacağımızı yeniden idrak ediyoruz bu anlarda.
Öyle ya gürül gürül akan bir ırmağın dahi berraklaşabilmek için; akıntıların önüne katıp getirdiği kumdan, çamurdan arınması için zaman zaman durması, durulması, dinginleşmesi gerekmiyor mu?
Bu anlara fırsat tanımazsak eğer hayatımıza el koyan, günlerimizi tıka basa dolduran, adeta bize nefes alacak zaman bile bırakmayan bunca meşguliyetin arasında hangi birimizin iç dünyamıza, duygularımıza, hassasiyetlerimize ve yaşam hikayemize bakmaya mecali, dikkati, sabrı olacak veya olabilecek sizce?
Baş döndürücü bir hızla dönen bir zaman, hıncahınç insanla dolu karmakarışık bir dünya ve kendine benzemeyenin körü birbirine sağır milyonlarca insan yok mu yaşadığımız bu paslı iklimde?
Kalbimden zihnime dolan sorularla gelsem ve desem ki;
“Son izlenen videoları, son gülünen esprileri, son beğenilen yorumları, son yazılan dedikoduları, son gösterilen tepkileri, son edilen küfürleri” bilmesek ne kaybederiz sizce?
“Bugün kimler kahvaltı sofrasının fotoğrafını paylaştı, kimler satın aldığı kitaplarının yanına havalı kahve fincanını koydu, kimler orta boy bir peribacasının önünde selfie çektirdi, kim tavuklara atsan yemez ifadelerine bir çuval popüler hashtag (etiket) ekleyerek ilgi görmeye çalıştı, kimler yakalayabildiği herkese sayfamı ziyaret edin diye yalvardı, kimler sahibinin uykusuz gecelerini vererek yazdığı romanını seyyar bilirkişi edasıyla ‘okunası’ veya ‘berbat’ bulup geçti” bilmesek yaşama dair ne yok olur sizce?
Aramızda her gün dönen, döndürülen çarkıfelek bu değil mi?
Hayatın kesişim kümesinde bütün bu fuzuliyatın dışında bir şey var mı avuçlarımızda?
Evet, insanlığın ekranlara bakmaktan önünü göremeden yürüdüğü bu körlemesine gidişat beni zihinsel olarak kıvrandırıyor.
Çünkü hemen her tarafta gözümüzün içine sokulan “yeni dünyanı düzeni” dedikleri şey; insanın kendisiyle buluşamaması, doğal olanın örtülmesi, ötelenmesi ve dalgalı hallerin süreklileştirilmesi esasına dayanıyor.
Sakin olan ve günde en az bir kez olsun kendisiyle buluşabilen insan ise bu yeni düzenin müşteri tariflerine uymuyor. Çünkü “yeni” olarak tabir edilen bu düzen; insanı kendi normallerinin dışında bir düzlemde uç duygularda yaşayan; haz ve hız peşinde koşan, ayartıcı tüm güçlere teslim, sinir uçları açıkta; dolayısıyla etkilere, etkilenmelere, yönlendirilmelere, güdülenmelere daha açık bir hal ve kıvamda istiyor ki kolaylıkla çekip çevirebilsin, istediği kalıba dökebilsin, istediği prototipe uydurabilsin.
Herkesi potansiyel müşteri gören ve kapital bir algı üzerine inşa edilen bu düzende maksimum kârlılık temelinde yükselen her türlü maddi, zihinsel, kültürel mekanizmanın sürprizlere açık olmayan, itiraz geliştirmeyen, kendini dalgalara bırakan müşteriye ihtiyacı var çünkü.
Merak etme ihtimalimiz olan her şey, ekonomik çarkları döndürmeye elverecek güdümlü hazırcevaplarla karşılıyor bugün. Serbestçe, kafa ve kalp gürlüğüyle o merakların peşinden gitmemize izin vermiyorlar. Bu sayede de ufkumuzu köreltiyor, arayışlarımızı kökünde kurutuyor, düşüncelerimizi seyreltiyor, duygularımızı sulandırıyorlar.
Bundan değil midir ki hemen her konuda çok rahat ayrıştırılarak diri tutulan öfke ve nefretlerimiz bu kara ticaret döngüsünün çarkları dönebilsin diye kışkırtılıyor sürekli.
Farkında mıyız bilmiyorum ama birilerini ötekileştirmeden hiç kimseyi sevemez haldeyiz artık. Çünkü ortaya koydukları olağanüstü çaba ile var olma hakkını elde edebilmek için başkalarının üstünü çizmemiz gerektiği zannını yerleştirdiler her birimizin içine ve sevgilerimizin içine bile bu zehirden kattılar.
Çünkü bugün dünyayı böyle kuralsız, ölçüsüz ve vahşi bir hale getiren teknoloji muktedirleri; malzemelerini sıradan insanın hayatından alıyor, bütün ölçüsüzlükleri sıradan insanın tarlasına çimliyor, kötülüğün olgunlaşma döneminde verdiği zararsız görünümlü pozları sıradan insanın zihnine kodluyor.
İnanın ki azıcık durmayı ve durulmayı becerebilsek, kendimizle baş başa kalabilmenin o hazzına erebilsek aslında hiçbir yere gitmediğimizi, gidemediğimizi fark edeceğiz.
Durduramıyor ya da yavaşlatamıyorsak en azından, belki de tutup koparmalıyız günün akışını herhangi bir yerinden ki, her şeyi yeniden görebilmenin, anlamayı deneyebilmenin, bir şeyleri yeniden başlatabilmenin, azıcık da olsa değiştirebilmenin küçük de bir imkânı olsun.
Madem ki acıktık her birimiz kendimize sormak lazım artık;
Madem ki elimizden kayıp giden şeylerin farkına varmamızı sağlayacak, madem ki gözlerimizi kaçırdığımız yerlere bakmaya mecbur edecek bizi, neden endişe ediyor ve korkuyoruz kendimizle buluşmaktan? Bu en çok ihtiyacımız olan şey değil mi?
Kendimizi hatırlamak değil mi bizi kendimize geri getirecek olan şey?
Hayatımızı geri istemiyor muyuz hepimiz?
Herkesin hikayesinden kendi hikayemize geri dönebilmek istemiyor muyuz?
Kapıldığımız her şeyi bir an durdurup yeniden, kendimiz gibi başlayabilmek istemiyor muyuz yaşamaya veya uyanmanın, silkinmenin, sarsılarak düştüğümüz yerden ayağa kalkmanın başka yolu var mı?
Siz siz olun kendinize uğramadan gitmeyin bu dünyadan!
(Bitti)