Kibarlık
Kibarlık şehirli olmanın medeni olmanın en temel niteliğidir. Böyle olunca herkes etrafına bakmalı.
Şehirlilerle, medenilerle mi yaşıyor, yoksa nobran, kaba, hürmetsiz insanlarla mı? İnsan kendisi karar
verebilir. Durumu ifade etmek için argo kelimeler üretilmiş. Kabalığı tarif etmek, ifade etmek için
maço, maganda kelimelerini icat etmiş insanoğlu. Onu yaparken bile şehirli değil. Şehirli insan argo
kelime kullanmaz. Gel gelelim ki, medeni, şehirli olmama durumunu eleştirirken, kınarken bile
şehirlinin kullanmayacağı argo kullanılıyor. Çünki şehirli, medeni olunmadığından şikeayet eden de
aslında medeni ve şehirli değil. Kibarlıkla argo birbirine, taban tabana zıt.
Xxxx
Teşekkür etmek, medeni insanın bir vasfı. Hemen herkes etrafındaki insanlardan günde kaç teşekkür
duyuyor bakabilir. Ama herkes birbirine yüzüne de , daha çok da arkasından 'geri zekealı' diyor. Size
adres soran biri, istediği cevabı aldıktan sonra, kafasını sallayıp, çekip gidiyor. Size para bozduran, ya
da tümleten biri de, gelirken güleryüzlü iken, giderken suratını asıp gidiyor. İnsanlara bir hediye
alıyorsunuz, veriyorsunuz. 'Teşekkür ederim' diyorlar ama, bir hakikati ifade etmiyor. Şükran duygusu
taşımıyor. Usulen söyleniyor kelime.
Hele şu karşılaşılan insana nasılsınız, işler yolunda mı soruları yok mu? Bir toplantıda edebiyatçılar bir
araya gelmişti. Herkes birbirine hal hatır soruyordu. Taaccüple onları seyrettim ve şöyle mırıldandım
gayri ihtiyari. Ne sorunun bir hakikati var, ne cevabın dedim.
Xxxx
Çünki o birbirine hal hatır soran insanlar, burada karşılaşmasaydılar, telefon edip, birbirini merak
ederek bir şey soracak değillerdi. Madem karşılaşılmış, mütebessim çehrelerle herkes birbirine,
nasılsınız, eşiniz, evlatlarınız da iyiler mi. Oh oh, maşallah sözleri havada uçuşurken, hiçbir kelimenin
bir hakikatinin olmaması ne kadar üzücü bir durum.
Kim kime hal hatır sorar, kim kime dua eder, yaşlı, büyük, aalim, arif, çocuk, kadın hangi kelimelerle,
hangi ses tonuyla konuşur bilen kalmadı. Şimdi bunun da bir mazereti var. ‘İçimden geldiği gibi,
içimden öyle geldi’ teranesi son derece yaygın.
Yaşlılar yaşlı değil, her biri ‘efendim hiç yaşınızı göstermiyorsunuz’ yalanına teşekkür ve
memnuniyetle karşılık veriyor ve o da eksik kalmamak için iltifatlar sıralıyor. İltifat ölçüyü kaçırdığında
yalan demektir.
Xxxx
Davranış bilimi mensupları da bir ilmi mazrufta bir yalan uydurdular. ‘İçindeki çocuğu serbest bırak’.
Bu, çocukça davranmayı tavsiye eden ve kutsayan bir tutum. Halbuki, her insan, her yaşın hakkını
verebilmeli. Çocukluk, gençlik, yetişkinlik, olgunluk ve yaşlılık doya doya yaşanacak hayat safhaları.
Samimi olmak ile içinden geldiği gibiyi karıştıran insan hem toplum olarak hem kişilik olarak bir
karmaşanın yapıcısı oluyor. İnsan içinden geldiği gibi kusar, osurur, aksırır, hapşırır. Ama içinden
geldiği gibi konuşamaz, hareket edemez.
Giyim kuşamın adabı, kuralları alt üst ise, davranış bozuklukları ferdi özgürlük olarak kabul ediliyorsa
orada kibarlıktan, nezaketten, medenilikten, şehirlilikten söz etmek abes olur.
Xxxx
Bir zamanlar yamalı, yırtık giymek çok ayıptı. Radyolardan telkinler yapılırdı vatandaşa. Yırtık ve
yamalı giymek ayıp değil, pis, kirli giymek ayıptır. Denilirdi. Çünki fakirlik tüm dünyada olduğu gibi bu
ülkede de diz boyu değil, omuz boyu idi. Yamalı çoraplar, pantolonlar, gömlek ve ceketler hiç
yadırganmayan, herkeste görülen giysilerdi.
Şimdi servet içinde yüzen ailelerin ve onlara özenen fakir ailelerin çocukları, sanki o günlere davetiye
çıkarır gibiler.’Kim neyi ısrarla isterse o ona verilir.’ Bu anlamda nebevi bir ilan var. Yırtık pantolon
giymeye bu kadar hevesliyseniz Allah size o günleri getirecektir.
Evet, bir moda var. Kadın-erkek, genç -yaşlı, yerlerde süründürülerek tecavüz edilmiş gibi yırtık
pantolon giyiyorlar. Şehirli insan böyle züppelikleri yapar mı? Yapmasa, daha iyi olacağı muhakkak.