Kırk Ambar / BAKAN'DAN ŞOFÖR OLUR DA, BAŞBAKAN'DAN OLMAZ MI ?
Halil Şıvgın’ı tanırsınız. Renkli bakanlarımızdandı. ANAP, ANAP’ken, daha doğrusu
Mesut Yılmaz, ANAP’ın başını yemeden önceki o muhteşem devirde, Sağlık Bakanlığı
yapmıştı. Hem de çok başarılı bir Sağlık Bakanlığı...
Bir süre de bizim Marmara Grubu Vakfı’nın Başkanlığını yaptı.
Aradan yıllar geçti, artık bakan makan değil, ama ülkesine hizmet aşkından hiçbir şey
eksilmedi, kurduğu vakıflar ile bu aşkı sürdürmeye çalışıyor.
Bir gün Dedeman Otelinden, Marmara Grubu toplantısından çıktık, Halil Şıvgın’ın
Mercedesi’ne bindik. Halil direksiyonda, yanında bu ülkenin, bir daha kolay kolay
göremeyeceği bir büyük insan, cam sanayine imza atmış ve iki kez Sanayi Bakanlığı yapmış,
Atatürk’ümüzün yurt dışında okuttuğu 700 gençten biri. O tarihte 88 yaşındaydı. Fakat fikirde
genç, çalışmada genç, her konuda genç Dr.Şahap Kocatopçu... Bir kaç yıl önce kaybettik.
Allah kabir rahatlığı versin.
Şahap Ağabey, çok değişik bir insandı. Eşi, emsali olmayan, çevresine her bildiğini
öğretmeye çalışan, kendini aşmış bir insan. O’nun sık sık söylediği Benjamin Franklin’e ait
sözün güzelliğine bakın;
“ Akıllı kimdir? Herkesten öğrenen,
Kuvvetli kimdir? Hırslarını yenen,
Zengin kimdir? Halinden memnun olan.”
Şimdi Şahap Ağabey’imin yaşadığı bir olayı, tüm politikacı ve bürokratlara adıyorum.
Tabii namuslularına... İbret olsun diye...
“Sanayi Bakanıyım. Boğaz Köprüsü projeleri tamam. Sıra istimlaklere geldi.
Müsteşarım elinde dosyalar ve haritalarla geldi, imzaya açtı. Haritayı görünce başladım
gülmeye.
Müsteşar sordu: ‘Ne oldu Bakanım’
“Benim arsam istimlake gitmiş de, ona gülüyorum” dedim.
Hemen, “efendim hemen değiştirelim”.
“Hayır, bu bize yakışır mı? Asla kabul etmem.” Oysa birkaç ay evvel yıllardır
biriktirdiklerimizle o arsayı almıştık.
Bakın Şahap Ağabey ile ilgili çok anlamlı bir anı daha var. Bu anısını sık sık anlatarak,
birçok din istismarcısına mesaj vermek ister; sırası gelmişken dinleyin.
Yıl 1936 ve Ata karar veriyor, Almanya’dan, Amerika’ya, Fransa’dan İngiltere’ye kadar
bütün ülkelere, 700 genç, ihtiyaca göre seçilerek ve sınavla belirlenerek gönderiliyor.
Şahap Kocatopçu da Maden Tetkik Arama Enstitüsü adına Belçika’ya gidecektir.
Milli Eğitim de var, seramik de var, metalürji de var, tıp da var. Allah muhafaza, şimdi
böyle bir karar alsak, hangi sınav (!). Ne kadar torpilli adam varsa, çocuklarını gönderir, bu
suretle de devletin parası, nasıl dışarlarda çarçur olur, görürüz...
Hazırlıklarını yaparken, dinine diyanetine bağlı anneannesi yanına gelerek “oğlum
öğrendim ki, Brüksel’de cami yokmuş. Olsun, sen yine haftada bir gün kiliseye git ve
Allah’ına dua et” diyor...
Bu olay, iki açıdan ne kadar önemli anlıyorsunuz değil mi? Bir, Şahap Kocatopçu’nun
anneannesi, gerçek bir Müslüman. İki, riya, sahtecilik, din istismarı asla yok...
Neyse gelelim, Halil Şıvgın’ın yaşı geçmiş ama bakımlı Mercedesi’ne.
Bak şimdi, benim yazdığımı da okumak öyle kolay iş değil!..
2
Her lafın arkasına bir şey yapıştırıveriyorum. Mercedes dedik ya. Durun size, harika bir
Temel ve Mercedes fıkrası anlatayım:
“Dursun bir gün eve son model bir Mercedes’le gelmiş. Temel sormuş:
- Ula Tursun, yiyecek ekmeğimiz yoktur, nerden buldun bu Mercedesi?
Dursun cevap vermiş:
- Yolda yürüyodum, bu Mercedes yanimda durdi. İçinde çok güzel bir hatun varidi.
Mini etek giymişidi. Beni arabaya aldi, ormanlik bi yere götürdü. İndik arabadan, mini etegini
indirdi, ‘artik benden ne istersen alabilirsin’ dedi. Ben de Mercedesi aldim...
Temel onu takdir etmiş:
- İyi etmissun daa. Mini etek zaten sana yakişmazidu !”
Haydi konuyu dağıtmayalım.
Yine Halil Şıvgın’ın Mercedesi’ndeyiz.
Halil’in arkasında sevgili dostum, Babıâli’ye ve mesleğimize kendini adamış İGD’nin
kurucularından Cemil Özyıldırım. Yanında da arka sağda ben... Yani makamda Engin...
Yola çıktık, malum trafik arapsaçı, hem sohbet ediyoruz, hem de kağnı hızı ile
gidiyoruz.
Trafik duruyor, çenem durmuyor.
- Bak Halil, senin araban çok değerli.
- Niye?
- Niye olacak yahu, içinde 2 eski Bakan var.
Gülüyorlar.
Bakın size bir anekdot anlatayım:
“İbrahim Çallı ile Recep Peker galiba Rejans’ın vestiyerinde karşılaşmışlar. İkisinin de
paltosu aynı.
İbrahim Çallı ‘Aa ikimizin de paltosu aynı’ demiş.
Bunun üzerine Recep Peker ‘Ama benimkinin içinde kürkü var’ deyince; İbrahim Çallı:
‘Hocam benimkinin de içinde İbrahim Çallı var’ demiş.”
Bak, şimdi anladınız mı, iki bakanın değerini !...
Rahmetli Şahap Ağabey bayıldı, bir daha güldüler.
20 dakika oldu, 2 km. yol gidemedik. Olsun, ben arka sağda, makama kurulmuşum,
keyfim gıcır. Habire konuşuyorum !..
Hınzırlık bu ya, yine bir laf attım;
- Halil, hiç bakandan şoförüm olmamıştı. Yüce Allah’a bak ki, bugün sayende şoförüm
bakan.
Halil Şıvgın bu, hiç laf altında kalır mı?
- Senin şoförün Bakandan oldu, ama benim ki Başbakandan.
Ve başladı anlatmaya...
“Kaç defa rahmetli Özal’la yola çıktık. Süratli araba da kullanırdı. Hoşuma giderdi.
Bana onur verdiği için nasıl gurur duyardım. Düşünebiliyor musun, ülkenin Başbakanı ile yan
yanasın. Onun duygularına, mutluluğuna ortak oluyorsun.
Ama seninki gibi hiç şeytanlık aklıma gelmedi. Yani başbakandan şoförüm oldu,
demedim.
Sen adamı ipe götürür, ipten de alırsın. Nerden bulursun bu lafları bilmem? Bu Akkan
seni iyi çekiyor.
Allah’a şükür, Başbakandan şoförüm oldu da, iyi ki senden genel sekreterim olmadı...”