Kırk Ambar İSTANBUL'DA CUMHURİYET BAYRAMI GİBİ CUMHURİYET BAYRAMI... 10 KASIM GİBİ, 10 KASIM...
Bizim çağlarda Atatürkçülüğün ve Cumhuriyetin heyecanı bir başka idi. Bir 10 Kasım törenleri
yapardık, bütün İstanbul ayağa kalkardı. Ve bunu Akkan’la çok iyi becerirdik. Sene 1962-1963- 1964.
İstiklal Caddesi’nde Erdoğan Demirören’e ait uzun zaman bomboş duran ve şimdilerde AVM
olan muhteşem binada, eskilerde Saray Sineması vardı. Bu sinemanın sahibi Mösyö Franko’dan 10
Kasım’larda salonu kiralar ve harika bir anma töreni düzenlerdik.
Tören sonunda da üstad Münir Nurettin Selçuk, Ata’nın sevdiği şarkılardan bir demet sunardı.
Büyük sanatçı her defasında bu isteğimizi zevkle yerine getirirdi. Piyanoda da kendisine o zaman
körpecik bir fidan olan oğlu Timur Selçuk eşlik ederdi.
Salon ağzına kadar dolar, bazen sinemanın camları, kapıları izdihamdan kırılırdı. Bir keresinde
66. Tümen Komutanı Korgeneral Faruk Güventürk’ten yardım istemiştik.
Yine o yıllarda Halis Kurtça, İstanbul Milli Eğitim Müdürü’ydü. Büyük eğitimci, büyük Kemalist,
zarif bir insandı. Bu toplantımız için varını yoğunu ortaya koyardı. İstanbul’un kalburüstü liselerindeki
izci öğrenciler salonda görev alır, misafirlerimize yardımcı olurlardı.
Şimdi yaşanması mümkün olmayan, insanın tüylerini diken diken eden, gözlerimizden yaşları
akıtan ve günlerce, hatta haftalarca konuşulan bir anma töreni olurdu.
Hatta bir anma töreni, galiba belediye seçimlerinden bir kaç hafta öncesine rastgeldi.
Bizim Akkan; “Hadi gel gidelim, İstanbul Belediye Başkan adaylarını da davet edelim. Atatürk’ü
anlatsınlar, ilginç olur” dedi.
Gittik çağırdık. CHP’den Haşim İşcan, AP’den Nuri Eroğan, YTP’den Burhan Apaydın geldiler.
Konuştular.
Yer yerinden oynadı.
Anma törenleri gerçekten çok renkli geçerdi.
Ben şiiri iyi okurum. Program başlarken 66. Tümen Bandosunun saygı duruşuna davet sinyali ile
birlikte o sessizlikte Orhan Seyfi Orhon’un;
“Gidiyor, rastgelmez bir daha tarih eşine;
Gidiyor, onyedimilyon kişi takmış peşine.
.........”
satırlarını okumaya başladığımda, insanların nasıl hıçkırarak ağladığını unutamam.
Sonra kürsüye Atatürk aşıkları çıkıyor. Kimi şiir okuyor, kimi konuşuyor. Bunlar kimlerdi?
Alfabetik sıraya göre; Akkan Suver, Ali Altan, Ali Sait Oğuz, Ali Haydar Yeşilyurt, Alişan İnceoğlu,
Baki Süha Edipoğlu, Bedii Faik, Behçet Kemal Çağlar, Cafer Karadağoğlu, Çetin Altan, Engin Köklüçınar,
Faruk Güventürk, Fahrettin Altay, Halis Kurtça, Hasan Rıza Soyak, Hasene Ilgaz, İbrahim Minnetoğlu,
İffet Halim Oruz, İlhan Selçuk, İrfan Sönmezışık, Ord.Prof.Kazım İsmail Gürkan, Kemal Persentili,
Mümtaz Tarhan, N.Nazif Tepedelenlioğlu, Niyazi Akı, Dr.Papa Turgut Erenerol, Vahdi Çakar, Yüksel
Ütügen...
Ve sonunda Münir Nurettin, oğlu Timur Selçuk’la çıkıyor ve konser veriyor. Herşey
olağanüstü...
O günlerden belleğimde kalan bir anı:
Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu, müthiş bir beyin. Müthiş bir hatip. Rahmetli Bedii Faik’in son
kitabında 3 dizgi makinesine (şimdi siz bilgisayar operatörünü düşünün, aynı odada oturan 3 kişi) aynı
anda, birine roman, birine makale, birine hikaye yazdıran ve gelen misafiriyle de konuşmasını
sürdüren müthiş bir adam dediği Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’nu kürsüde konuşturuyoruz.
5 dakika, 10 dakika tamam da 25 dakika oldu, hâlâ devam. Çok da güzel konuştuğu için herkes
memnun. Memnun ama, başta Münir Nurettin olmak üzere herkesin bir zaman sınırlaması var. Üstad
devam ediyor, 35 dakika oldu. Biz Akkan’la birbirimize bakıyoruz. En sonunda bir izci gönderdik, izci
2
selamını çaktı; “Efendim zamanınızı çok aşmışsınız” dedi. Tepedelenlioğlu hırsla, izcinin söylediklerini
mikrofonda tekrar etti ve “Allahaısmarladık” deyip doğru perde arkasına.
Biz Akkan’la toz olduk. Köşeye sindik. “Ulan, beni kürsüden kim indirdi” diyor. Avaz, avaz
bağırıyor. Sonunda baktı kimse suçu üstüne almıyor, orada sakin sakin oturan Münir Nurettin’e gidip
“Ulan Münir, beni sen mi aşağıya indirttin?” dedi. Münir Nurettin çok terbiyeli biçimde “Hayır,
hocam” deyince, kendi kendine, söylenip Saray Sinemasını terketti.
Bunlar 10 Kasım anıları.
Ya Cumhuriyet Bayramı?..
Ben İstanbul’da trafik sıkışıklığı nedir bilmezdim, Cumhuriyet Bayramları dışında.
Genci ihtiyarı; kadını erkeği; zengini fakiri yollara düşer, Taksim Meydanı’na kamyonlarla,
taksilerle, otobüslerle gidilir. Yollar ana baba günü olur, zafer takları kurulur, kentler baştan aşağı
süslenir. Her taraf ışık, her taraf sevinç, her taraf neşe içinde. Bayram gibi bayram kutlanırdı. Şimdi
Cumhuriyet Bayramı mı değil mi, hiç fark etmiyor!
Şimdiki nesil hazıra kondu da ondan kıymet bilmiyor.
Cumhuriyet Bayramları, Cumhuriyet Bayramı gibi, 10 Kasım’lar da 10 Kasım gibi kutlanırdı.
Şimdi neler değişmedi ki.