Ertan Yıldız

Ertan Yıldız

Kıyafet

İnsanlar, kıyafetleri her zaman farklı olduklarını gösteren bir araç olarak kullanmışlardır. Belirli bir kıyafeti giyen kişi, bu yolla belirli bir topluluğa ait olduğunu ya da tam tersine bu konuda konulan kurallara uymayı reddederek o topluluğa ait olmak istemediğini ifade etmektedir.  Kıyafet konusunda toplum tarafından konulan kurallara uymayanlar, olumsuz tepkilere sebep olabilirler.

Kıyafetlerle yaratılan farklılıklardan biri cinsiyetler arasındadır. Karşı cinse mal edilmiş kıyafetleri giyen kadınlar ya da erkekler şaşkınlığa, karmaşaya, saldırganlığa ya da diğer duygusal tepkilere sebep olabilirler.  Kıyafetin gösterebileceği diğer bir farklılık ise sınıf farkıdır. Victoria dönemi İngiltere’sinde üst sınıfa ait kadınların modadaki gelişmeleri takip etmesine müsaade edilirken, alt sınıftan bir kadının güzel elbise sevgisi münasebetsiz ve ahlaksız bir davranışın göstergesi olarak görülmüştür.

Giyilen kıyafetlere bakılarak, o kıyafeti giyenin hangi yaş döneminde olduğu da anlaşılabilir. Genç ve evlenme çağına gelmiş kızlar dul kadınlardan farklı kıyafetler giyebilirler.  Osmanlı toplumunda bir kızın çarşafa bürünmesi, çocukluktan çıktığının, genç kızlığa geçişinin işaretiydi. Kıyafet, ayrıca toplumdaki değişik dini ve etnik grupların ayırt edilmesini de sağlamaktadır. Osmanlı toplumunda sadece Müslüman kadınların sarı renkli ayakkabı giymesine izin verilmekteydi. Kıyafetler bir coğrafi bölgeden diğerine de değişiklik göstermektedir. Bu yüzden, Karadeniz’in köyünden gelen insanların kıyafeti, Ege’nin köylerinden gelenlerinkinden farklı olabilir.

Birinci Dünya Savaşı sonrası ulus devletlerin ortaya çıkması milli ve kolektif kimliği temsil edecek bir kıyafetinde ortaya konulmasını sağlamıştır. Bu milli kıyafetler yeni kreasyonlar ve yeni buluşlar olmalarına rağmen, bunlara otantik bir hava verilme ihtiyacı hissedilmiştir. 

Bir kadın, sadece kadınların bulunduğu bir grup içinde ya da ailesinin evi içinde iddiacı, başı dik ve atılımcı olabilirken, ailesinin yakın çevresinden olmayan erkeklerle doğrudan ilişkilerin olabildiği kamu alanında daha mütevazi olmak zorundadırlar. Tevazuyu ya da tevazunun yokluğunu göstermenin bir yolu da giyinme tarzıdır. Uygun bir şekilde giyinmemiş bir kadın, davranışları öyle olduğunu göstermese de, tahrik edici olmakla suçlanabilir. Uygun giyinmeyen bir kadın alay ve eğlence konusu olabilir, hatta daha kötüsü toplumdan dışlanabilir. Bu yüzden, bir ulusal kıyafet arayışının odak noktasını kadınların kıyafetinin, özellikle de onların kamu alanında giyecekleri kıyafetlerin oluşturmasına şaşırmamalıdır. Öte yandan, kendi kimliğini korumaya arzulu bir devlet, kadınlarının geleneksel kıyafetini muhafaza etmeye çalışacaktır. 

Osmanlı İmparatorluğu modern bir devlet olduğunu göstermek için devletteki erkeklerin kıyafetini modernize ederken, kadınların ev dışında giydikleri kıyafetlerde yapılan değişiklikleri, geleneksel ve ahlaki değerlerin kaybedilmesine yol açacağını düşündüğünden kabul etmemekteydi. Bununla  birlikte kadınların ev içinde ne giyeceklerine de karışmıyordu. İşte bu mahrem alanda özellikle bürokrat eşleri ve kızları kendi modernitelerini ortaya koymak için Avrupa tarzı kıyafetler giymeye başladılar.

Bu gelişme, ekonomik ilişkiler sonucu Avrupalı kişi ve fikirlerle karşılaşma ihtimali daha yüksek olan İstanbul, İzmir, Selanik gibi liman şehirlerinde yaygındı. Buradaki özellikle gayrimüslim iş adamlarının Batılı eşya ve davranış biçimlerine alışmaları kolaylaştı. Öte yandan, Müslüman bürokratların çoğu eğitildikleri okullar ve görev aldıkları kurumlar aracılığıyla   Batı tarzı ile tanıştılar. 

Avrupalılar da aileleriyle birlikte gizemli doğuyu görmek için İstanbul ve diğer liman şehirlerine geliyorlardı. Osmanlı okumuş ve zengin Müslüman kadınlar Avrupalı kadınları kendi evlerine davet edebilmek için birbirleriyle yarışmaktaydılar. Osmanlılar ile Avrupalılar arasında artan ilişkiler, kadınların eğitimiyle alakalı fikirlerde de değişimlere yol açtı. Avrupa dilleri ve sanat, seçkin aileler arasında kız çocuklarına verilen eğitimin birer parçası haline geldi. Varlıklı ailelerin, kadınlarına Fransızca, Almanca ve İngilizce öğretmeleri için davet ettikleri Avrupalı mürebbiyeler ve sayıları gittikçe artan dergiler, Beyoğlu civarında açılan işyerleri ile Ermeni ve Rum cemaat Avrupa insanı, kıyafeti ve yaşayışı hakkında bilgi edinilen bir diğer kaynaktı. 

Osmanlı sultanları, ne giyeceklerini seçme konusunda gayrimüslim kadınları daha özgür bırakırken, dini liderleri olduğu Müslüman kadınlar için,  katı kurallar koymuştu.

Avrupa modasına uygun kıyafetler giyen ilk Osmanlı Müslüman kadınları saraydan ve üst sınıftandı. Bu kadınların Avrupa modasını benimsemeleri önce sadece eldiven, şemsiye ve çorap gibi aksesuarlarla başladı. Daha sonra, bu değişimi geleneksel kıyafetlerin bazı bölümlerinin daha batılı bir tarzda değiştirilmesi izledi. Taşralılar ve yaşlı kadınlar, batılı kıyafetleri benimsemekte  isteksizdi.

Sokaktaki Osmanlı kadınının dış görünüşündeki en büyük değişiklik, on dokuzuncu yüzyılın sonunda ferace ve yaşmakın ortadan kaybolmasıydı. Ferace, uzun kollarıyla genelde omuzlardan yerlere kadar uzanan bol bir mantoydu. Kollarının ve yakalarının genişliği zaman içinde değişti. Ferace hem müslüman hem de gayrimüslim kadınlar tarafından benzer şekilde giyilmekteydi. Gayrimüslimler bu kıyafetlerini, yüzlerini açıkta bırakacak şekilde örtündükleri bir başörtüsü ile tamamlarken, Müslüman kadınlar yüzlerini ve başlarını bir yaşmak ile kapatmaktaydılar. Yaşmak, biri başın üstünden sarkıtılarak boyundan bağlanmak suretiyle başı ve kaşlara kadar alnı kapatan, diğeri ise yüzün gözlerden aşağıda kalan kısmını kaplayan iki parçalı bir başörtüsüydü. İkinci Abdulhamit’in saltanatı sırasında ferace sokaklarda görülmez oldu. Gayrimüslim kadınlar feracenin yerine Avrupa tarzı manto ve şapkaya geçerken, Müslüman kadınlar peçe takıp çarşafa büründüler. Çarşaf, etek ve pelerinden oluşan iki parçalı, koyu renkli, bir kadını baştan ayağa örten ve sokakta giyilen bir dışarı kıyafetiydi. İkinci Meşrutiyetin getirdiği özgürlüklerle çarşafta özgürleşti. Ancak toplum İslam’ın kadınlar için öngördüğü kıyafetlere dair kurallara uyulmasını bekliyordu. Kadının vücudunun belirli kısımları, birinci dereceden akrabası olmayan erkekler tarafından görülmemeliydi. Allah’ın insanlara ve devlete maddi ve manevi gazabının önüne geçmek için, kadınlar Allah’ın emirlerine göre giyinmek zorundaydı. 

Kadınların dışarıda giydikleri kıyafet bir endişe noktası olarak kalmaya devam ediyordu,  müslüman aile çocuklarının şapka giymesi yasaklanmış, tesettüre karşı fikirler içeren yayınlar yasaklanmış, bu yayınların sahipleri tehdit ediliyordu. Batı tarzı kıyafet giymiş bir kadın, Avrupalılar ya da Avrupalılaşmış olanlar tarafından iffeti bozulmuş, ahlaki değerlerini yitirmiş ve böylece Osmanlıları yozlaştıran bir kadın olarak görülmekteydi. 

Osmanlının yönü belirsiz değişim anlayışı yerine laik modernliğe tam anlamıyla ve alabildiğine hızlı geçişi benimseyen Mustafa Kemal, kıyafet alanındaki reformuyla da Türkiye ile Avrupa arasındaki farkları azalttı ve  ikisi arasındaki etkileşimi kolaylaştırdı. Osmanlı kültürel mirasının üzerinde şekillenen Türk kadınının kıyafetinde ve zihninde erken cumhuriyet reformcularının bıraktığı iz daha kalıcı olursa, uygarlaşma, medenileşme ve çağdaşlaşma hedeflerine erişimde daha çabuk olacaktır.

 

 

<