CEMAL KARABAŞ

CEMAL KARABAŞ

KIZ , SEN BIRAZ KİILO MU ALDIN?

Karayolları Genel Müdürlüğü’ne ait  otomatik geçiş sayacı ...plakalı aracın köprüden defalarca  kaçak  geçtiğini  tespit edince  durumu  kurumun bilgi işlemine , bilgi işlem de  icra servisine rapor etti. 

Rapor İcra servisinin  elemanları tarafından   incelendi , hesaplanan meblağ  ödeme emrine aktarılıp borcun takibi için  icra dairesine gönderildi.

Ödeme emri , kara vicdanlı  icra memurları tarafından infaz edilmek üzere teslim alınarak harekete geçildi.

Aradan bir zaman geçti...

Geze geze ayağına kara sular inmiş bulunan   postacı   ödeme emrini tebliğ etmek  üzere mezkur borçlunun  kapısını  iki kere çaldı. Bekledi. 

Aradan kısa bir zaman  geçti.

Muhatap borçlu  bir hanımefendiydi. Kapının  iki kez çalınıp beklenilmesini  hayra yordu ve  kapıyı açtı. Karsısında  kara kuru postacıyı görünce ; “ buyur postacı dileğin nedir? “ diye  sordu. Postacı ” Sayın muhatap dileğim bu tebligatın bir parçasını imzalayıp zarfı teslim almandır ” dedi ve ekledi; “ Birader ne kadar da borçlu varmış,  dolaşa dolaşa ayağıma kara sular indi… 

Postacının Tebligat Kanunu hükümlerine  göre  inceleme yaparak   kimliğin muhataba ait olduğunu tespit ile   imzasını aldığı ve  kağıda  “bizzat şahsa tebliğ edilmiştir ” şerhini koyup   günün tarihini yazdı, “şahsa” imzalattı..

Hikayelerde zaman çabuk geçer…Aradan bir müddet daha geçti.

Muhatap işe giderken zarfı bir avukata götürdü. Karşılaştıracak olursak, müvekkil, uzun boylu,ne kilolu ne de zayıftı. Avukat ise hem  kilolu, hem de  kara kıvırcık saçları özensiz otuz otuz beşlerinde  genç bir bayandı.  

Avukatın bir de kuzeni vardı ve  bir tv dizisinde oynuyordu. Takipçilerin ifadesine göre kuzen manken gibi bir kızmış. 

Avukat zarfı inceledikten ve mutad bir kaç soru sordu. Davayı  üç kuruşa  üstlenebileceğini söyledi. Anlaştılar. Muhatap bir kuruşu peşin verdi. Kalanını da  aybaşında verecekti.

Bu görüşmeden sonra akşam oldu. Her ikisi de evlerine gitti.

Muhatabın düşüncesine göre bu işte bankanın kabahati vardı. Talimatını işleme koymamış dolayısıyla otomatik geçişler  kaçak olmuştu. Avukata göre ise Karayolları kabahatliydi...

Avukat hanım  Beşiktaş’ta kain dört katlı eski bir apartmanın  dördüncü katında balkonu köşedeki bakkala bakan  nohut oda, bakla sofa olan  dairede oturuyordu. 

Hayat hikayesi Anadolu’nun bir köyünden  başlamıştı. İmkânsızlıklar içinde İstanbul’a gelip  Hukuk okudu. Staj yaptı. Bir ortak hukuk bürosunda  avukatlığa başladı. Burada kendisi gibi avukat olan bir oğlana tanıştı. Kısa bir süre sonra evlenip bu eve taşındılar. 

Bir süre sonra ortak hukuk  bürosundan ayrılıp özel bir büro açtı.

Her şeyi ekonomiye bağlayan bir zihniyete sahip olduklarından bir zaman sonra  şükür ve kanatkarlık denilen şeyi unutup huzursuz oldular. Can sıkıntısından yemeye düşüp obez oldu.

İşte böyle; korkunç devler gibi yükselen finans binaları  arasında  bir aile huzurunu kaybetti.. 

Hali hazırda zengin edecek kadar değilse de bir miktar dosyası vardı. Ne var ki, davalar bitmediğinden tahsilat   yapamıyorlardı. Davalar karara çıkamıyordu. Çünkü adliyelerde hakim kadroları boştu. 

Akşamın dar vakti. Avukat hanım, kendini divana  zor atmıştı. Eşi henüz gelmediğinden ev sessizdi. Can sıkıntısıyla bir önceki günden kalan makarnayı ısıtıp yedi. Bulaşıkları bir suya çektikten sonra  divana uzanıp ayak ucu hizasında bulunan tv.yi açtı. Tahmin edileceği üzere günlük kullanıma uygun  portatif  bir oturma takımı, bakkala bakan pencerenin yanında bir led tv duruyordu. Yerde basit bir fabrika halısı vardı. 

Haberler bitmez tükenmez seçimlerimiz  üzerineydi. Konu hep hangi partiye niçin oy vermeli veya vermemeli, kim cumhurbaşkanı olmalı, dolar düştü kalktı, Israil  gene  Filistinlilere saldırmıştı… 

En çok da Muharrem İnce’ye  güldü. Cumhurbaşkanı adayı olan Muharrem açık sözlü siyasetçiydi. Eğriye eğri doğruya doğru bir herifti. Kilolu partililer ile bindiği asansör ağırlıktan kalkamayınca “ yahu sizin gibiler yüzünden iktidar olamıyoruz “ demişti. 

Hele o “ abim babama demiş ki o oğlana söyle; milletvekili oldu artık ahıra girmesin” sözüne gülerken divandan aşağı yuvarlandı. 

 Güzel ve ince endamlı manken gibi bir kız olan  kuzenini düşündü bir süre . Sonra  kırmızıya  boyadığı tırnakları  ile   maviye boyadığı ayak tırnaklarını beğeniyle  seyretmeye başladı.. Gene kuzeni geldi aklına . Güzelliğinden, inceliğinden, başka nesi vardı kızın? 

Aslında kıskanıyordu ,kıskanıyordu onu…İçindeki küçük ve ince bir ses, yani  vicdanı onu kıskandığını itiraf ediyordu  Evet evet onu  kıskanıyordu !

Herkes  güzel kuzeniyle  kendisini insafsız bir kıyaslama yarışına girmişti. Herkesin, adliye personelinin ,  hatta  meslektaşlarının imalı bakışları hep kilosu üzerineydi. 

Her şeyi yerli yerinde günler geçiyordu…Aradan bir kaç gece daha geçti. Ertesi gün , öğleden sonra kacak geçiş mağduru daireye  geldi.

Bu kız canını sıkmıştı . Geçen günkü görüşmesinde de  kendisini bastan aşağı manalı manalı  süzüp , sözü  takipçisi olduğu  kuzenine  getirmişti. Baştan aşağı süzerek  kilosunu ima etmişti. 

İşte böyle ;  olay günü de  kacak geçiş mağduru davacı  dosyadan , havadan sudan konuştuktan sonra  müvekkili sözü, gene  kilolarına getirdi. ;   “Kız sen biraz kilo mu aldın?” dedi.

Sanki başına kaynar sular döküldü.  Başına kan hücum etti.  Kalktı  dosyayı  kızın üstüne attı;

Al dosyanı başına çal!. . Senin davana bakmayacağım” dedi. 

Davacı kız  dosyasının bu şekilde  eline verilisine çok  bozuldu.  Ne diyeceğini bilemedi. 

Gene dilini tutamamış üzerine lazım olmayan bir hususa parmak basmıştı. 

Çaresiz avukatını  azletmek üzere   notere gitti.Azletti. Yeni bir avukata,  hem de kiloca hatırı sayılır  ağırlığa sahip başka  bir bayan  avukata vekalet verdi.

 

<