KÖR ŞARKICI
Sayılı günün ömrü olmaz . Adamı canından bezdiren sıcak uzun yaz günlerinden biri daha bitiyor. Akşam serinliği çöküyor… Herkes yavaş yavaş evine çekiliyor…
Akşamı sokakta karşılayan birkaç yaşlı kadın, birkaç yaşlı adam köşedeki kafede yan gelmiş oturuyor...
Can sıkıntısından dedikodu yapan müşterisiz kafe sandalyeleri ağız ağza vermiş aralarında birilerini çekiştiriyorlar…
Bir genç aile, çocuk arabasını ite ite akşamda evlerine kapanmaya gidiyor… Arabadaki küçük çocuk, elindeki bez bebeği ilk defa görmüş gibi evirip çeviriyor, sonra bebeği ısırmaya çalışıyor, ısıramıyor… Hırslanıyor, tekrar ısırmaya çalışıyor…
Yarı çıplaktan da öte don gömlek bir kız kafenin önünden geçti…
Dört yolun en nadide köşelerinden diğerinde, ıhlamur ağacının dibine belediye iki büyük çöp bidonu koymuş. Bidonlar tıka basa çöp olmuş ev eşyasıyla dolu. Eşyaların durumu israfın korkunç boyutunu gösteriyor.
Çok geçmeden birkaç kağıt toplayan, birkaç hurda toplayan, birkaç küçük kamyonet bu köşeyi ziyaret edip maharetli elleriyle çöplüğü düzene sokacaktır.
Kafenin karşısı silme araba Harem’e kadar uzanıyor… Yukarıdaki sokağa dönen köşenin park boşluğunda tabureli üç kişilik müzik grubu sahne almaya hazırlanıyor…
Grubun kısa boylu, yaşlı solisti tombul hanım küçük mor çiçekli entarisi içinde. İçinden bir şeyler mırıldanıyor…Elleri , ayakları yumuk yumuk… Uslu bir çocuk gibi. Sarıya boyalı saçları kıvır kıvır… Hasta yorgun vücuduyla yaşlı bir nine bu. Bu ufacık tefecik masal ninesine benzeyen küçük hanım, gözlerini dışarıya sımsıkı kapatmış...
Solundaki esmer genç, orta ölçekteki orguna ayar verirken sürekli sigara içiyor. Öyle böyle içme değil bu. Büyük bir tutkuyla , iştahla, aceleyle içiyor. Konserleri birazdan başlayacak…
Önlerinde karton kutu para için… Kutuya bir lira attım. Kutunun önünde gezinen sportif giyimli, incecikten orta yaşlı adamın giyimi fiyakalı. Anlaşıldığına göre , bu az görme özürlü adam grubun ulaşım hizmetini yapıyor, paraları topluyor…
Kafedeki orta yaşlı, zayıf kurumlu dul kadın önünde uzun aralıklarla çayını yudumlarken müzik grubunun konserini dinlemeye hazırlanıyor. Garsondan istediği kağıt peçete geldi. Konser sırasında akacak gözyaşını durdurmak için kağıt mendilleri hazır tutuyor…
Grubun ufak tefek minicik, minnacık masal ninesi, solisti, kendisinden beklenmeyen bir canlılık ve olgunlukla son derece temiz kıvrak İstanbul Türkçesiyle sunumunu , orkestranın orgçusu geçişini yaparken nedense birden biraz önce gördüğüm ”Martıların babası” Memet Abi ile aramızda geçen konuşmayı hatırladım.
Pandemi süreci boyunca, elli yıllık karısı ile kızı, Memet abinin evden çıkmasını yasaklamışlar, kimine göre seksen, kimine göre yüz yaşındaki bu iyi adamı dövmüşler…
Kamburu çıkmış, spor şapkalı, sırtında enine kırmızı çizgili tişörtlü ince uzun, kupkuru bir ağaç dalına dönmüş ellerini mahallemizin tarihi çeşmesinden yıkayan Memet Abinin önünü kestim, damarına bastım;
-Memet abi , ne olacak bu martıların hali? Bugünlerde çığlıkları arttı. Kargalarla aralarında bir sorun mu var?
Durdu, derin bir soluk aldı. Kalın dereceli gözlüğüyle bana baktı. Gözleri derin bir kuyunun içindeydi ;
-Bir evde baba nedir?.. Baba bir evin direğidir. Ben bunların babasıyım. Baba gitti mi yuvada huzur kalmaz… Ben evden çıkamadım. Hayvanlar aç kaldı hayvanlar…
-Martıların nüfusu bin artmış. Kargalar bunların yumurtalarını, yavrularını çalıyor…
- Ben olmayınca hepsi, kediler, köpekler kuşlar hepsi perişan oldular…
- Yardımcım genç ise köpek delisi!.. Gözleri köpeklerden başkasını görmüyor… Varsa yoksa köpekler…
Diyemedi evdekilerin emekli maaşına el koyduklarını… Çevreden verilen yardımlarla yardım organizasyonunu yaptığı , yardımların bir kısmını zayıf ince uzun işsiz genç asistanına aktardığını, asistanının da yemeyip içmeyip köpeklerini dönerci Hasan’dan dönerle beslediğini…
Dese de demese de ben biliyorum… Hemen her gün çeşme civarına çıkıyorum çünkü. Çünkü , memurların çıkış saatlerinde, gökyüzünün martı, karga sürüleriyle karardığını, yeryüzündeki sahipsiz köpek ve kedi sürülerinin tarihi namazgah civarına doğru aktığını görüyorum. Memet abi ile asistanının ellerinde yardım paketleriyle çeşme civarında belirdiğini….
Dertliydi. Ancak pes etmemişti. Ölene kadar misyonunu devam ettirmeye karar vermişti. Camiide ellerini semaya kaldırıp uçan kaçan mahluklar için içli içli dualar ettiğini biliyordum.
Gözlerimi açtım. Memet Abinin hayali kaybolmuştu. Uzaklardan kör şarkıcının sesi geliyordu.. Eve doğru yürürken Kürdili-Hicaz şarkının dizeleri peşim sıra koşuyor, adeta yalvarıyordu;
“Avuçlarımda hala sıcaklığın var inan
Unuttum dese dilim yalan billahi yalan
Hasretindir içimde hep alev alev yanan
Unuttum dese dilim yalan billahi yalan