CEMAL KARABAŞ

CEMAL KARABAŞ

KÖR ŞARKICI

Sayılı günün ömrü olmaz . Adamı canından bezdiren sıcak uzun yaz günlerinden biri daha bitiyor. Akşam serinliği çöküyor… Herkes yavaş yavaş evine çekiliyor… 

Akşamı sokakta karşılayan birkaç yaşlı kadın,  birkaç yaşlı  adam  köşedeki  kafede yan gelmiş  oturuyor... 

Can sıkıntısından  dedikodu yapan müşterisiz kafe sandalyeleri  ağız ağza vermiş  aralarında  birilerini çekiştiriyorlar…

 Bir genç aile, çocuk arabasını ite ite akşamda evlerine kapanmaya gidiyor… Arabadaki küçük çocuk, elindeki bez bebeği ilk defa görmüş gibi evirip çeviriyor, sonra bebeği ısırmaya çalışıyor, ısıramıyor… Hırslanıyor, tekrar ısırmaya çalışıyor…

Yarı çıplaktan da öte don gömlek bir kız  kafenin önünden geçti…

Dört yolun en nadide köşelerinden diğerinde, ıhlamur ağacının dibine belediye iki  büyük çöp bidonu koymuş. Bidonlar tıka basa çöp olmuş ev eşyasıyla dolu. Eşyaların durumu israfın korkunç boyutunu gösteriyor.

Çok geçmeden birkaç kağıt toplayan, birkaç hurda toplayan, birkaç küçük kamyonet bu köşeyi ziyaret edip  maharetli elleriyle  çöplüğü düzene sokacaktır. 

Kafenin  karşısı  silme araba Harem’e kadar uzanıyor… Yukarıdaki  sokağa dönen köşenin park boşluğunda tabureli  üç kişilik  müzik grubu    sahne almaya hazırlanıyor… 

 Grubun kısa boylu,  yaşlı solisti tombul hanım   küçük mor çiçekli entarisi içinde. İçinden bir şeyler mırıldanıyor…Elleri , ayakları  yumuk yumuk… Uslu bir çocuk gibi. Sarıya boyalı saçları kıvır kıvır… Hasta yorgun vücuduyla yaşlı bir nine bu. Bu ufacık tefecik masal ninesine benzeyen küçük hanım, gözlerini dışarıya  sımsıkı kapatmış...  

Solundaki esmer genç, orta ölçekteki orguna ayar verirken sürekli  sigara içiyor.  Öyle böyle içme değil bu. Büyük bir tutkuyla , iştahla, aceleyle içiyor.  Konserleri birazdan başlayacak… 

Önlerinde karton kutu para için…  Kutuya bir lira attım.   Kutunun önünde gezinen sportif giyimli, incecikten orta yaşlı  adamın giyimi fiyakalı. Anlaşıldığına göre , bu az görme özürlü  adam grubun ulaşım hizmetini yapıyor, paraları topluyor…

Kafedeki orta yaşlı,  zayıf kurumlu  dul  kadın önünde uzun aralıklarla çayını yudumlarken müzik grubunun konserini dinlemeye  hazırlanıyor. Garsondan istediği kağıt peçete  geldi. Konser sırasında akacak gözyaşını durdurmak için kağıt mendilleri hazır tutuyor… 

Grubun  ufak tefek minicik, minnacık masal ninesi,  solisti, kendisinden beklenmeyen bir canlılık ve olgunlukla son derece temiz kıvrak İstanbul Türkçesiyle sunumunu , orkestranın orgçusu geçişini  yaparken  nedense birden biraz önce gördüğüm ”Martıların babası” Memet Abi ile aramızda geçen konuşmayı hatırladım. 

Pandemi süreci boyunca, elli yıllık karısı ile kızı, Memet abinin   evden çıkmasını yasaklamışlar,  kimine göre seksen, kimine göre yüz  yaşındaki bu iyi adamı dövmüşler… 

Kamburu çıkmış, spor şapkalı, sırtında enine kırmızı çizgili tişörtlü  ince uzun, kupkuru bir ağaç dalına dönmüş ellerini mahallemizin  tarihi çeşmesinden yıkayan Memet Abinin  önünü kestim, damarına bastım;

-Memet abi , ne olacak bu martıların hali?  Bugünlerde çığlıkları arttı. Kargalarla aralarında bir sorun mu var?

Durdu, derin bir soluk aldı. Kalın dereceli gözlüğüyle bana baktı. Gözleri derin bir kuyunun içindeydi ;

-Bir evde baba nedir?.. Baba bir evin direğidir. Ben bunların babasıyım. Baba gitti mi yuvada huzur kalmaz… Ben evden  çıkamadım.  Hayvanlar aç kaldı hayvanlar… 

-Martıların nüfusu bin  artmış.  Kargalar bunların yumurtalarını, yavrularını çalıyor…

- Ben  olmayınca hepsi, kediler, köpekler kuşlar hepsi perişan oldular…

- Yardımcım  genç  ise  köpek delisi!.. Gözleri köpeklerden başkasını görmüyor… Varsa yoksa köpekler… 

Diyemedi evdekilerin emekli maaşına el koyduklarını…  Çevreden verilen yardımlarla yardım organizasyonunu yaptığı , yardımların bir kısmını  zayıf ince uzun işsiz genç asistanına  aktardığını,  asistanının da  yemeyip içmeyip  köpeklerini  dönerci Hasan’dan dönerle  beslediğini…

Dese de demese de ben biliyorum… Hemen her gün çeşme civarına çıkıyorum çünkü.  Çünkü , memurların çıkış saatlerinde, gökyüzünün martı, karga sürüleriyle karardığını, yeryüzündeki sahipsiz köpek ve kedi sürülerinin tarihi namazgah civarına doğru aktığını görüyorum. Memet abi ile asistanının  ellerinde yardım paketleriyle çeşme civarında  belirdiğini…. 

Dertliydi. Ancak pes etmemişti. Ölene kadar misyonunu devam ettirmeye karar vermişti. Camiide  ellerini semaya kaldırıp uçan kaçan mahluklar için  içli içli dualar ettiğini biliyordum.  

Gözlerimi açtım. Memet Abinin hayali kaybolmuştu. Uzaklardan kör şarkıcının  sesi geliyordu.. Eve doğru yürürken Kürdili-Hicaz şarkının dizeleri peşim sıra koşuyor, adeta  yalvarıyordu; 

Avuçlarımda hala sıcaklığın var inan 

Unuttum dese dilim yalan billahi yalan 

Hasretindir içimde hep alev alev yanan

Unuttum dese dilim yalan billahi yalan 

<