RECEP ARSLAN

RECEP ARSLAN

Korkak aydın

Adamın kafası zehir gibi çalışıyordu. Çalışıyordu çalışmasına da, düşündüklerini ifade etmeye asla cesaret edemiyordu. Halbuki bir çok insan söylediklerinden, yazdıklarından dolayı hapse giriyordu. İslam tarihinden misalleri hatırlıyordu. İmam Azam, İmam Gazali ve daha onlarcası hapislere atılmıştı. Derisi yüzülenler, idam edilenler de vardı. Batı dünyasında da durum farklı değildi. Sokrates’ten, Galile’ye kadar o tarafta da onlarca örnek sayılabiliyordu. Adam şüphe içindeydi. Düşünmek iyi bir şey sayılabilir miydi?

 

 

Düşünmek iyi bir şeydi elbette. ‘Öyle olmasaydı’ dedi, ‘İlahi kitaplar bilhassa sonuncusu Kur’an yüzlerce defa insanlara, akıl edesiniz diye, akıl edin, ne kadar az düşünüyorsunuz,’ uyarılarında bulunmazdı herhalde’. Kendi çağındaki düşünenleri de biliyordu elbette. Onların da çoğu bir zaman baş tacı edilirken, devir değiştiğinde, iktidar ve gidişat değiştiğinde ‘kötü adam’ ilan edilip ceza evlerine konuluyor, sürgün ediliyordu. Yok yok, sürgün edilmiyor, yurt dışına çıkışları yasaklanıyordu. O halde düşünmek iyi bir şey olabilir miydi? Yok canım. Olamazdı.

 

 

Düşünmeden yaşamak istiyordu Keamil. Düşünmek netameli bir işti. ‘Bundan böyle düşünmeyeceğim, ya da en az  düşüneceğim’ diyordu demesine de, Allah’ın ‘akıl ediniz, düşününüz, ibret alınız’ tavsiyelerine aykırı davranarak acaba Allah düşmanı sıfatı kazanır mıydı? Bundan da  çok korkuyordu elbette. Zaten mesele bu korku duygusunun yoğunluğundan kaynaklanıyordu. Mütefekkir, düşünür, aydın bir insan sayılabilirdi. Kendini geliştirmiş, her konuda kitaplar okumuş, yorumlamış, tahlil ve düşünce üretimleri yapmıştı. Gel gelelim düşündüklerini, ürettiği fikirleri ifade etmekten korkuyordu.

 

 

Kafasını yastığa koydu. Düşünmeyecekti. Düşünmek istemiyordu. Hem düşünürken terliyordu. Nabız  hatta tansiyonu yükseliyordu. Sinirleri gergin de oluyordu. Etrafındaki memurlarına karşı olduğu kadar aile bireylerine de ters cevaplar veriyordu farkında olmadan. Düşünmeden, uykuya dalmak istiyordu. Buna bir alışırsa, kafasını yastığa koyar koymaz uykuya dalacak ve nitelikli bir uyku ile kendine gelecekti.

Bir takım dualar okudu. Uykuya dalacak gibi olurken aklına sabah televizyonda dinlediği bir haber takıldı. İngiliz Poundu Türk lirası karşısında çok değer kazanmış, bu yüzden gelip Akdeniz sahillerinde evler alıyorlardı. Yönetim de daha fazla ülkeye İngiliz Poundu girsin diye teşvik kararı almış, evini, yerini dış alımcıya satanlara’ ihracat yaptı’ diye pirim verme kararı almış.

Birden yatağın içinde önce sağa, sonra sola döndü, sonra da kalkıp yarım oturdu. ‘olmaz böyle şey’ dedi.

Bütün Akdeniz’in adım adım yabancılara satıldığını düşündükçe isyan ediyordu. Ama bu isyan içinde fırtınalara yol açmaktan öteye geçemiyordu. Çünki asla düşündüklerini ifade etmeye cesaret edemeyecek ve kendi içinde hapsedecekti.

 

 

1940’lı yılları hatırladı. Araplar mutlu-rahat kendi topraklarında yaşıyorlardı. Ürdün-Filistin-Gazze- Şeria  Arap şehirleriydi. Yahudiler geliyor, Arapların evlerine, topraklarına şaşırtıcı rakamlar teklif ediyorlardı. Adım adım alınan topraklar birleşiyor ve Yahudi ailelere geçiyordu. Arada hiç Arap toprağı, evi kalmıyordu. Sonra da 1950’li yılların başında o topraklar İsrail adında bir devlet oluyordu.

Keamil yine uyuyamamıştı. Duvardaki saate baktı. Gecenin ikisi olmuştu. Ama düşündüklerini asla ifade edemeyecekti kimselere. Çünki o yönetimlerin gazabından hep korkmuştu.

<