Arzu ÇEVİKALP

Arzu ÇEVİKALP

Korku yok dik durmak var

Bugüne kadar hep korku tarafından yönetilmedik mi? Korku bizi sindirmedi mi? Sessiz kalmadık mı? Boynumuz bükülmedi mi? Peki, neden? Ruhumuzu karanlıklara teslim ettik ve bu karanlık tüm bedenimizi ve beynimizi kemirdi, beynimizin hep tek bir lobu çalışır oldu. Oysaki, güzellikleri görmek için bu dünyaya geldik. Buradan hareketle, sevmek, yardımlaşmak ve iyilik çağdaş bir toplumun yapı taşlarını oluşturur. 

Unutmamak gerek ki, “korkuyu bazen korkusuzluk yener. Korkuyu canavarlaştırmayalım! Hayat aktıkça yola devam etmenin önemini değerlendirecek olduğumuzda, sapkın düşünce sistemine bir çarpı atarak idefiks düşünceleri, narsisizmi, egoizmi ve güç olgusunu geride bırakmak gerekiyor. Politik damara basarak insan haklarını ve insan olmanın özünü genişleterek sevmenin ve kucaklamanın ne yüce bir duygu olduğunu üzerine basa basa hatırlatmakta fayda var. Şu düşünceye dikkat çekebiliriz: “her ülkede, her insanda sorun var ama affetmeyi ve insan olmayı bilelim.” Bildirelim! 

Hepimiz bazı zamanlar vaktimizi boş geçirerek bizi ilerletecek/geliştirecek şeylere yönelmeyi öteliyoruz, çünkü frenin ne olduğunu, nasıl çalıştığını bilmiyoruz; büyük bir hararetle gaza basmaya devam ediyoruz. Halbuki öğrenmeli, okumalı ve tartışmalıyız. Çoğunlukla birbirimizi yiyoruz ve birbirimizi yerken açlığı dahi unutuyoruz. Kendi içinde oluşmamış insanlar boş işler yaparak var olmaya çalışırlar ve çoğunlukla medeniyete uzaktırlar. “Medeniyet” ne diye sorsanız belki yanıt bile alamazsınız, zira bakış açıları olmayınca söylenecek çok fazla söz yok. 

Verimli olamayan insanlar güçlü hissetmek için bazı yetkilere sahip olmak isterler, ama sürekli sahip olma hissi paranoyadır, öyle bir paranoyadır ki, akıl sağlığını götürür ta uzaklara… Sürekli aynı döngünün içinde takılıp durduklarından, aynı nakarat hep çalar ve bütünlüğe bir türlü ulaşamazlar. Bütünlük olmadı mı da parçalı bulutlu ve yağmurlu havalar sarar dört bir yanımızı, aksine biz güneşli havalara hasret kaldık.

Hastalıklı toplumlarda kangren olmuş tarafı atmadıkça, köklü bir değişiklik yaşanmaz. Michael Foucault der ki, “kendini bilmek ruhunu bilmeyi gerektirir.”. İyi organize olarak sözün vurgusunu/anlamını yitirdiği yerde eylemi başlatmalıyız. Öte yandan şu da hep aklımızda bulunsun: Raoul Vaneigam’ın “Dokunulmaz olan hiçbir şey yoktur, her şey söylenebilir” isimli ifade özgürlüğünü derin bir şekilde anlatan kitap geçmiş ve günümüz arasında bir farkındalık boyutu yaratıyor. O yüzden mutlaka bir göz atmanız, lazım çünkü elinizden bırakamayacaksınız.

Son olarak, Pablo Neruda’nın da dediği gibi, “bütün çiçekleri koparabilirsiniz, ama baharın gelişini engelleyemezsiniz.” Eğer kapı demokrasi ve iyiliğe doğru aralandıysa, kapıdan umut da girer bahar da…

Haydi hep beraber aydınlığa doğru… !

 

<