M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

İNSAN İNSANA EMANETTİR

KRİPTO İLİŞKİLER (1)

Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, eski adı “Yahudilik Yolağzı”, bugünkü adı “Arap Şükrü” olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş:

“Her kula helâl, Müslüman’a haram!”

Bursa başkent, tabii Osmanlı karışmış, bu nasıl fitnedir diye!

Gitmişler kadıya şikâyete, adam yakalanıp yaka-paça huzûra getirilmiş. Kadı;

“Bu nasıl fitnedir, dîni İslâm, ahâlisi Müslüman olan koca devlette sen kalk, hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu Müslüman’a yasakla! Olacak iş midir, aklını mı yitirdin?” diye çıkışmış adama. Adam:

– “Müsaade buyurun, sebebi vardır, lâkin ispat ister” dedikçe kadı kızmış:

– “Ne delili ne ispatı? Sen fitne çıkardın, Müslüman ahalinin huzurunu kaçırdın, katlin vâciptir!” demiş. Demiş ama, bir yandan da merak etmiş. Zira adam öyle “zenim” bir tipe benzemiyormuş:

– “Nedir gerekçen?” diye sormuş. 

Adam:

– “Bir tek Sultan’a derim” diye cevap verince, ortalık yine karışmış. Ama “ispatı var” deyince çar naçar söz Sultan’a gitmiş, adam yaka paça saraya götürülmüş. 

Padişah da olayı duyar duymaz sinirlenmiş ama, diğer yandan o da meraklanmış:

– “De bakalım ne diyeceksen. Bu nasıl iştir ki, hem çeşmeyi yaparsın, hem de her kula helâl, Müslüman’a haram yazarsın?” 

Adam, başı önünde konuşmuş:

– “Delilim vardır sultanım!”

– “Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin?”

– “O zaman boynum, hükme kıldan incedir sultânım!”

– “Peki bakalım” demiş Sultan ve merak içinde adamın konuşmalarına kulak kesilmiş;

“Sultânım, herhangi bir havradan rasgele bir hahamı izahsız yaka paça tutuklayın, bir hafta tutun. Bakın neler olacak!” 

Dediği yapılmış adamın. Bütün azınlıklar bir olmuş, “ne oluyor, bu ne zulüm?” diye feryat figan sokaklar dolmuş. “Bizim din adamımıza biz kefiliz, ne gerekirse söyleyin yapalım, o masumdur, gerekirse kefalet ödeyelim” diye de eklemişler. Çevre ülkelerden bile elçiler gelmiş, elçiler mektup üstüne mektup getirmiş!

Bir hafta dolunca, adam:

– “Sultanım, artık bırakmak zamanıdır” demiş. Haham bırakılmış, azınlıklar mutlu, bu sefer Sultan’a teşekkürler, hediyeler akmaya başlamış saraya.

Adam bu kez:

– “Aynı işi herhangi bir kiliseden herhangi bir papaz için yaptırınız Sultanım” demiş. 

Aynı şekilde bir papaz derdest edilip yaka paça alınmış. Bu kez tepkiler diğerinden daha yoğun bir şekilde artarak devam etmiş. Haftası dolunca da serbest bırakılmış. Mutluluk ve sevinç gösterileri daha bir fazlalaşmış; teşekkürler, şükranlar, hediyeler yine saraya kadar ulaşmış. Hıristiyanlar, din adamlarına kavuşmanın mutluluğuyla daha bir farklı sarılmışlar birbirlerine. 

Ortalık yatışınca Sultan “bitti mi?” demiş adama.

– “Sultanım son bir iş kaldı, sonra hüküm zamanıdır izninizle” demiş.

– “Şimdi nedir isteğin?”

– “Efendim, payitahtımız Bursa’nın en sevilen, en sözü dinlenilen, itimat edilen âlimini alınız minberinden” 

Adamın dediğini yapmışlar, Ulu Câmi imamını Cuma hutbesinin ortasında almışlar, yaka-paça götürmüşler. Ama öncekilerin aksine bir Allah’ın kulu çıkıp da, “ne oluyor, siz ne yapıyorsunuz? Hiç olmazsa vaazı bitene kadar bekleseydiniz”, gibi tek bir kelâm etmemiş, imamın peşinden giden, arayan soran da olmamış. 

Bir hafta geçmiş. İmamdan ses seda yok. Halk hâlinden memnun, başlamış bir dedikodu, o geçen hafta derdest edilen imam için:

– “Biz de onu adam bilmiş, hoca bellemiştik”

– “Kim bilir ne halt etti de tevkif edildi!”

– “Vah vaah!.. Acırım arkasında kıldığım namazlara” söylentileri almış başını yürümüş.

Padişah ve adam olup bitenleri izliyormuş. Sonunda Padişah çeşmeyi yaptırana sormuş:

– “Eee, ne olacak şimdi?”

Adam:

– “Bırakma zamanıdır. Bir de özür dileyip helâllik almak lâzımdır hocadan.” 

“Haklısın” demiş padişah, denilenin yapılması için emir buyurmuş ve adama dönmüş. 

Adam başı önünde konuşmuş:

– “Ey büyük Sultânım, siz irade buyurunuz lütfen, böyle Müslümanlara su helâl edilir mi?..”

Sultan acı acı tebessüm etmiş:

– “Hava bile haram, hava bile!”

Kulaktan kulağa anlatılan böyle bir olay yaşandı mı bilmiyorum, zira rivayetleri bol bir coğrafyada yaşıyoruz ama hal ve ahvalimizi resmeden başka bir şey anlatın deselerdi sanırım aklıma bundan iyisi gelemezdi.

Özellikle “tam kapanma” ile birlikte dinsel terminolojinin “necasetten taharet” dediği ve okul sıralarında kafamıza vura vura öğretilen “bedensel temizlik” yaşadığımız iklimde corona illetiyle daha çok ön plana çıkıp önemsendi. Ama tıpkı anmış olduğum yaşanmışlığın, satır aralarında arz etmeye çalıştığım gibi nedense kalbi necis kılan kibir, nefret, öfke, hırs, hased gibi pisliklerden; dili necis kılan yalan, iftira, gıybet, dedikodu gibi afetlerden haberimiz yok. Çünkü gözle görülenin derdiyle kıvranıyor, “vaad edilenin” değil, “peşin olanın” peşinde ömür tüketiyoruz.

Oysa ki kalp denen yer, niyetin anavatanıdır ve insanı dışındaki değil içindeki kirletiyor.

Kirli bir mekândan temiz bir tohum nasıl çıkmaz ise; kirli bir kalpten de temiz niyet çıkmaz iken istediğimiz kadar maddi necasetten uzak duralım; manevi necaset ile zihnimiz, ruhumuz, aklımız ve dahi fikrimiz bu kadar “kirli iken” felaha ermemiz, huzura kavuşmamız sadece ütopya olacak ve şekli ibadetlerimiz ruhuna kavuşamayacaktır.

(Devam edecek)

<