KRİPTO İLİŞKİLER (2)
Öyle ya sahip olduğu yüzyılların birikimi onca manevi dinamik ve bu dinamiklerin sıkı sıkıya öğütlediği ahlaki öğretilere rağmen;
Gücün hakta değil, hakkın güçte olduğunu öne çıkararak,
Tv dizileriyle, üçüncü sayfa haberleri ile, toplumun ahlaki yapısını bombalayan filmlerle her bir bireyi adeta birer tüketim makinesi haline getirerek;
Toplumun tüm mahremini gözler önüne seren programları insanların gözüne sokarak,
İnsanları sahip olduklarının kölesi, olamadıklarının bağımlısı kılarak;
Haz, hız ve ayartıcı güçleri kutsayarak;
Toplumun yüzde birinin dahi sahip olmadığı şartları özendirerek;
Lüksü, şatafatı, eğlenceyi, kolay para ve kısa yoldan zengin olmayı öne çıkarıp milyonların gözüne sokarak,
Bu dünyaya sahip olmaya değil şahit olmaya geldiğini envai çeşit enformasyon sağanağıyla unutturarak sadece otuz kırk yıl içinde toplumun tüm manevi dinamiklerini “değişim, çağa uyum” adı altında rafa kaldırırsanız,
Pek tabi ki herkes çalışmadan, yorulmadan, emek vermeden alnının teri, çocuğunun rızkı üç beş kuruşu değerlendirme adına başta “kripto para” dedikleri sanal paralarla servet hayalleri kuracak;
Hapishanelerinizin yüzde doksanı ahlaki suçlar nedeniyle dolacak,
Sahip olma hırsı ile bahis ve kumar oyunları zirve yapacak;
İnsanlar birbirinin sırtına basarak yükselmenin yollarını arayacak,
Bu sayede de “kripto ilişkiler” bir yaşam tarzı haline gelecektir.
Zira tarih şahittir ki manevi eğitimsizliklerin bedeli toplumlara huzursuzluk, kargaşa, savaş, gözyaşı olarak ödetilmiştir.
Sizi bilmiyorum ama kendi nefsim adına yaklaşık yarım asra merdiven dayayan bahşedilen ömür, okunan okullar, gezilen onca yer, güneş ışıyıncaya kadar içine gömüldüğüm adeta hatmedilen onca kitap, ortaya konan binlerce sayfa eser, yaşanmışlıklarım, adanmışlıklarım, aldanmışlıklarım, avuçlarımda yüreğime batan can kırıklıklarım, hainlikler, ihanetler, vefadan nasipsizliklerle “ne öğrendiniz?” derseniz sanırım üç şey sayabilirim;
İlki niyet.
Çünkü niyet temiz olunca önünüzdeki engel ne kadar büyük olursa olsun, aşılmaz görünen dağlar ne kadar engebeli olursa olsun kalemin ve kaderin sahibi “yüreğinizdeki samimiyetten” tutup sizi kaldırıyor. Ama niyet nefsani necaset ile kirlenmişse, gaye muhatabını salt “çıkarları için kullanmaksa” dağın doruğuna da çıkmış olsanız o muhteşem kudret sizi tepetaklak etmek için mutlaka bir sebep yaratıyor. O yüzden her iş ve eylemde mutlaka önce niyetinize dikkat edin.
İkincisi akıbet.
Yediğiniz bir hak, aldığınız bir ah, gecenin tenhasında döktürdüğünüz iki damla gözyaşı, harcadığınız samimiyet ömrünüze bulaşıyor ve ilahi kodlama “kırdığın yerden kırılacaksın” hükmünce sizi aynen kırdığınız yerden kırıyor. Muhatabınız her kimse ondan helallik almadan iki yakanız bir araya gelmiyor, huzur nedir tadamıyorsunuz.
Bu yüzden ne yaparsanız yapın gecenin tenhasında akan iki damla gözyaşına, arşa yükselen bir aha sebep olmayın. Zira simsiyah bir gecede simsiyah bir kaya üzerindeki simsiyah bir karıncanın ayak sesini duyan ve bir kuş yuvasına ulaşsın diye fırtınalar çıkaran kudret, emin olun ki o karıncanın akıttığı iki damla yaş hatırına nice padişahı yerle yeksan edebiliyor.
Üçüncüsü büyük konuşmama, başka bir deyişle “haddini bilme”.
Zira kaderin ve kalemin sahibine “yapmam, olmaz, asla” diye meydan okuduğunuz ne varsa, o kudret kulağınızdan tutup bu küstahlığınızın bedelini kafanıza vura vura, canınızı yaka yaka, yüreğinizi acıta acıta öğretiyor. Bu yüzden ağzınızdan çıkan her kelimeye azami dikkat edin ve aciz olduğunuzu, ne kadar bilirseniz bilin burnunuzdan girecek topal bir sivrisinek, gözle görülemeyecek bir mikrop kadar kudretiniz olmadığının farkına varın.
Tüm bu “kanaya kanaya” edinilmiş satırlara sığması mümkün olmayan yaşamsal tecrübelere rağmen olsa gerek ki;
Yaşamları boyunca toplasanız en fazla on kitabın sadece önsözünü okumuş; tüm hayatlarını haz, hız ve ayartıcı güçlere teslim eden; vakitlerini sosyal medya platformlarında onun yanlışı, berikinin hatası, öbürünün kusurunu aramakla geçirip kendi içindeki pislikleri görmekten nasipsiz; vücudu belki temiz(!) ama diliyle gıybetin, dedikodunun, iftiranın dibine vuran; kalplerindeki aydınlık nefretin, kinin, öfkenin, hırsın necaseti içinde kaybolmuş, ruhu cünüp ama sözüm ona abdestli dolaşanların verdikleri ahlak derslerine bayılıyorum.
Zira malumat seviyesindeki bilgi kırıntılarının üstüne devasa fikirler bina eden bu mütefekkir müsveddesi, bu sabit fikirlerini desteklemek için bulduğu her zırvaya “mal bulmuş bedevi” gibi yapışıyor. Ama bunun bedevilik olduğundan bihaber bedeviyi sadece çölde yaşayan gariban köylü sanıyor. Oysa ki “bedevi” kendi iç dünyasında çölü yaşayan, kalbi sevgi ve merhametten nasiplenmemiş insan demektir.
Kabul etseler de etmeseler de servet ile gözü kararan, para ile merhametsizleşen, vefadan nasipsiz, kendi yumurtasını pişirmek için dünyayı yakabilen, çıkarlarıyla çatışınca gözünü kırpmadan muhatabını iki saniyede harcayan, içine düştüğü mal sevdasından muhatabını göremeyen; açın iniltisini, öksüzün ağlamasını, yoksulun çığlığını duymayan, merhamet yoksunu, sevginin almak değil sende hiçbir şey kalmayana kadar muhatabına vermek olduğunu, asıl gayenin kendini değil muhatabını yaşatmak olduğunu ve imtihanın yaşatmak üzerine bina edildiğini zerre kadar idrak edememiş herkes, bir bedevidir ve iman ediyorum ki onlar bedevi olarak haşr edilecektir.
Çünkü onlar; kimde o an güç ve iktidar görse; menfaatleri kiminle uyuşsa, duygularına kim hitap etse onlara kuyruklarını sallayıp onların etrafında pervane olurlar. Bu yüzden gözleri kör, kulakları sağır, kalpleri ölüdür ama ölüm böyleleri için müthiş bir nasihatçidir.
Zira en büyük eşitleyici olan ölüm, onları toprağın üstünde iken yan yana gelmek dahi istemediği; yanındayken asla yapamayacağı ama arkasından gönlünce dil uzattığı, gıybetini yaptığı, iftiralar savurduğu ve samimiyetini harcadığı insanlarla toprağın bağrında eşit hale getirecek ve sizi bilmem ama ben kendi adıma iman ediyorum ki benim o insanlarla kendi nefsimin hesabı çok ama çok çetin olacak!
(Bitti)