SELAMİ TURGUT GENÇ

SELAMİ TURGUT GENÇ

'KULAK ÇINLATMA' GÜNLERİ..

Kırk yıl önce bir film seyretmiştim.

Fransız filmiydi. İsmi:

“404 darbe..”

Film konusu itibariyle bir aşka göre kurgulanmıştı. Seven, sevilen kalpler, beklenmeyen anlarda yaşamın darbeleriyle sarsılıyor, parçalanıyor, yıkılıyordu. Aşkın, sevginin, tutkunun özgürlüğüne aman vermeyen çeşitli olaylar, ansızın belirliyor, insanların ruhsal ve fiziksel yapısı çöküntüye uğruyordu. Bunun tehlikeli boyutu; yaşamın amansız darbelerini anımsatıyordu. Geçmişin ortaya çıkardığı acılı dersler, analizcilerin işine yarıyordu. Bunlara akıl dağıtıcılar demek daha doğru olur.

Yaşamın bir kesitinde, 404 defa bu bedelleri ödeyen insanların serüvenini beyaz perdeye aktaran filmin adı, yıllar sonra,

“404 yapıştırıcısı (tutkalı) olarak piyasalara kimyasal bir ürün ismiyle sunuldu. Harika özelliği iyi bir yapıştırıcı olmasındaydı. Tuttuğu yerin koparılması, ayrılması pek mümkün olmazdı. Hatta, halk deyimlerine bile yerleşmiştir:

“Keşke, demokrasiyi de kurumlara bununla tuttursalar..”

Aktif bir dikkat ile dünyayı gözden geçirirken toplum ve grup içindeki çatışmaların merkezini inceledim. Askeri darbelerin zekasını ölçen bir gazetecilik kimliğine sahibim.

Geleceğe gebe olaylara karşı bir içgüdü yeteneğim vardır..

Yılların yıllara sığmadığı 27 Mayıs 1960 darbesinin ayak seslerini yanılgısız test eden gazeteciliğimle övünürüm.

Temmuz ayları kavurucu sıcaklığıyla tanınır. Ayın ortası, buçuğunu saymazsak 15 ‘nci günüdür. Bu günün akşam saatlerinden sonra Türkiye, bir darbe girişimi yaşadı. Resmi ağızlar buna, “kalkışma” dediler.

Aklı dağınık, ordu içindeki Fetö etiketli bir darbeci grup, çekirgeler gibi zıplayarak ortaya çıktılar. Kafasının içinde beyin olan herkes, darbeci kalkışının sonucunu karanlık gördü. Orduda (Fetö) operasyonu yapıldı.

Halkın ve medyanın direnciyle tehlike önlendi. Şimdi, demokrasi çatlağı, birlik, beraberlik “tutkalı”yla onarılmaya çalışılıyor.

Deneyimlerle sabitleşmiş bir bilgi, hatırlanma performansını belirleme aşamasından geçirilirse, “gafletle-tefrik” daha iyi anlaşılır hale gelir. Ufuklarını genişletmeye ve değiştirmeyenler hep aynı hatalara düşerler. Beyinlerinin kapısını şeytana açarlar.

Darbeler tersiyle doğrusuyla toplumun sindirim sistemine aykırı düşen parazit maddelerini andırır.

En alttakilerle en üstekilerin umudu olan “Doğa Yasası” bütün canlıları, “uyanık” olmakla sınırlandırmıştır. İnsanın kaderini kafasında şekillendiren nedir? Aklın kontrolü başkalarında değil, sizin elinizdedir.

Medyanın ruhunda ve özünde olan “doğru habercilik” ilkesi, son olayların gidişatını değiştirmiştir. Toplumda, devlette, demokrasi için özgürlüklerle kaynaşma fikrinde, tekrar birliktelik doğmuştur.

Tüm meydanlar bunu sergilemiştir. Önceki yazılarımda “meydanlar, toplumun arızasız kalkınmasını hazırlar” görüşüm önem kazanmıştır.

Bu düşüncelerimin geliştirici etki yapmasına sevindim.

Yazımın burasında biraz, kulaklarımızı çınlatmak isterim. Asker kökenli darbelerin hep aynı mantığı vardır. Örneğin 27 Mayıs 1960 ihtilalinden birkaç gün sonra, İstanbul Valiliği’nin koridorlarında iki ateşli subayla karşılaşınca sorularımı cesurca sordum:

“Halk arasında yaygın dedikodular dolaşıyor. Devrik iktidarın insanları kıyma makinasından geçirerek buzluklara gizledikleri doğru mudur?”

İki subaydan biri Milli Birlik Komitesi üyesi Numan Esin, diğeri İrfan Solmazer’di. Suskunluk gösterdiler. Tekrar, cesurca sordum:

“Genç subaylarsınız. Darbe başarısız olsaydı, derken” cümlemi hemen kestiler; sert bir ifadeyle eğilimlerini ortaya koydular:

“Ölümün mantığı askerin ezberindedir. Giyotin kalkar ve iner.. Aradaki saniye farkı, ölümden korkmadığımızın bedelidir.” dediler.

Beyin hamur gibidir. Neyi verirseniz, onu şekillendirir size sunar.. Başına buyruk beyin, sahibini tahrip eder.

MERAK BU YA!.

Darbeciler ve karşıtı yürekli toplum, hergün meydanlarda demokrasi nöbeti tutarken, buna aklı takılan küçük bir çocuk babasına sorar:

“Babacığım, bu darbeciler kim oluyor?”

“Evladım, insanları dipsiz denize girmeye ikna ettikten sonra elbiselerini alıp kaçan kimselerdir.”

Viktor Hugo derki; “Bir milletin büyüklüğü, nüfusunun çokluğu ile değil, akıllı ve fazilet sahibi adamlarının sayısı ile belli olur.”

<