M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

İNSAN İNSANA EMANETTİR

KURTALAN'A SELAM OLSUN (1)

Ariflerden bir zat anlatıyor. Bir gün bir akrep gördüm ve bu akrep olağandışı bir hareketlilik içinde olduğundan dikkatimi çekti ve bu akrebin hareketlerini takip etmeye başladım. Hızlı hareketlerle bir dere kenarına kadar geldi ve bir kurbağanın sırtına zıpladı. “Eyvah” dedim kendi kendime, kurbağayı sokup öldürecek. Ama öyle olmadı. Bir görevliymiş gibi kurbağa sırtına aldığı akrebi suyun öbür tarafına geçirdi ve suyun öbür tarafında kurbağanın sırtından zıplayıp çalıların arasından kayboldu ama benim merak ateşim oldukça yükselmişti. Bir süre sonra çalıların arasından çıktığında, bir ağacın altında abasına bürünmüş bir şekilde uyuyan bir çobana doğru daha hızlı ilerlediğini gördüm. Çobana zarar verecek endişesi ile ben de adımlarımı hızlandırdım ama çobana yaklaştığımda dizinin altından simsiyah bir yılanın kafasını çıkardığını görünce oldukça ürktüm. Akrep, aynı hızla tabloya dahil oldu ve yılan ile akrep arasında ölesiye bir mücadele başladı. Kısa bir süre sonra bu savaşın bir kazananı olmamış, akrep de yılan da oracıkta ölmüştü ama çoban hala uyuyordu. 

Nerden okuduğumu tam olarak anımsayamadığım ama ilk okuduğumda tüylerimi diken diken eden, kainatın muhteşem düzenine dair müthiş bir sahneyi canlandıran bu yaşanmışlığın, yaşadığımız evrende her salise farklı tablolarla cereyan ettiği ama bizim gözün gösterdiğinden ötesini göremediğimizin acziyeti içinde sürdürmüş olduğumuz yurt turnemizin Siirt ayağında misafirperverliği, Anadolu insanının sıcaklığı, sahip olduğu anaçlığı ile hala bakirliğini korumayı başarabilmiş Kurtalan İlçemizden tüm dost, okuyucu ve takipçilerimize selam olsun. 

Eğitim ve öğretime dair tespitlerimi ziyaret ettiğim her il ve ilçe ile birlikte daha çok içselleştirdiğim ve zaman zaman eleştiri dozunu arttırdığım yolculuğumuzda akrep yılan hadisesindeki rolümüzü bilmiyorum ama “şahit olduğu zulüm karşısında susan dilsiz şeytandır” nebevi ikazının bilinci ve vebali altında gözümle gördüğüm, kulağımla duyduğum, vicdanımla şahit olduğum haksızlıkları ısrarla işlemeye ve mümkün mertebe en geniş kitleye ulaştırıp,  “aslında öyle olmadığını” haykırmaya çalışıyorum.

Evet, duyduğumuz ya da bize bilinçli servis edilen her olayda toplum olarak duygusu bizi tatmin etmesi nedeniyle bilgisine çok da önem vermediğimiz için yaşanan her olayda; duyduğumuz her vakada az buçuk duyup çok buçuk hükümler veriyor, birkaç satır okuyup ciltler dolusu konuşuyor, yüzde bire ulaşmadan yüzde yüzü infaz ediyoruz. Zira yarım bakışlardan sağlam görüşler çıkmayacağını, eksik bilgilerden doğrulara ulaşamayacağımızı, zanlarla hakikate ulaşma fırsatının kaybolacağını, tanımlamaların gözlemler çoğaldıkça sağlıklı hale geleceğini, aksi halde yarım doktorun candan etmesi misali eksik gözlemlerin bakışı da köreltip insanı dipsiz bir kuyu olan zanna düşüreceğini atlıyoruz. Bu yüzden de manayı ve hikmeti aramak yerine imajlarla yetinen, hipnotik sözlerle duygulanıp sloganik cümlelerle düşünen bir toplum haline geldik. 

“Anlama ve kavrama yeteneğimiz” okullarda, medyada, dernek, sendika ve muhtelif oluşumlarda yok edildiği ve beyinlerimiz sabit düşüncelere programladığı için hangi kitabı okutursanız okutun, ne anlatırsanız anlatın; her bireyimiz okuduğundan, duyduğundan, karşılaştığı farklı düşüncelerden hazımsızlık yaşıyor ve aykırı her fikri, düşünceyi yok etmeye çalışarak kendi sabitelerini ısrarla savunuyor. “Ben hep haklıyım ve hakkaniyet benim bilgimde, doğrularımda, düşüncelerimde” diyen birileri ile de Hakk’ı düştüğü yerden kaldırmak imkânsız hale geliyor böylelikle.

Bu ve benzeri tabloları gördükçe de hırs ve haset olmasaydı pek çoğumuz yalan söyleme ihtiyacı hissetmezdik diyor yüreğim. Zira görünenle meşgulüz hep; görünmeyenin, içe ait olanın, kalbin uzağındayız. Bu yüzden de günahı bedenin yaptıklarından ibaret zannediyoruz, kalbin hastalıklarından haberimiz yok. Hâlbuki o et parçası, o kalp bir kurtulsa hastalıklarından, bedenimizin günaha tahammülü kalmayacak, istesek de günah işleyemeyeceğiz. Ağacın köküne kendi ellerimizle kurtları boca edip “neden meyveye durmuyorlar” diye dallara sövmekten farksız bizimkisi.

Yer Siirt İli Kurtalan İlçesi Anadolu Lisesi. 

Okul müdürüne ait ses kaydı sosyal medyaya servis edilmiş birileri tarafından. 

Gaye ne? Onlara göre “hak savunuculuğu, bana göre ise fitne çıkarmak

Zira; o birilerinin o okulun nerde olduğunu bile bilmediğini, bırakın okulu gelip görmeyi hakkında atıp tuttuğu okul müdürünü bir kez dahi görmediğini, yaşandığı iddia edilen olayın sebebiyetini duygusuna hitap ettiği ettiği için  zerrece umursamadığını yazılan çizilenlerden ziyadesiyle anlamak mümkün. Hakim olan zihniyet andığım gibi “taraftarlık” olduğu için de aynı algıyla söz konusu okul müdürü hakkında başlatılan “linç” çabası meyvesini vermiş. Henüz tanışma fırsatını bulamadığım okul müdürü açığa alınmış durumda. İşin en üzücü tarafı ise kurumda çalışan adanmış personelin iffetlerine kadar uzatılan kopasıca diller, yok olasıca zihniyet.

Servis edilen 30 küsur dakikalık ses kaydını benim de şu koşturma içinde dahi olsa dinleme şansım oldu. Adı geçen okul; yurt turnesi kapsamında programımızda olduğu için okul, öğrenciler ve personelin yanısıra 3 yıllık zaman zarfında şu ana kadar 21 İl, 191 ilçe ve 1807 kurum içinde gezmiş olduğum okullar içinde düzenine, tertibine, işleyişine ve gençlere aşılanan kitap aşkına yakinen şahit olduğum okul kütüphanesini de ziyaret etme şansına sahip oldum ve o an kulaklarımda çağlar ötesinden zamanın kalbine nebevi bir haykırış yankılandı;

(Devamı yarın) 

<