LAİKLİK-2
LAİKLİK-2
Riayetleri bırakıp, rivayetler üzerine bina edilen taklidi bir anlayış, ana baba veya etraftaki muhafazakâr kesimden elde edilen kulaktan dolma bilgilerin yaşama tahkik edildiği “Kültürel Müslümanlık!”
Bu apayrı bir yazı ve tartışma konusu olsa da beynim sormadan edemiyor;
Alemlere rahmet olanın 23 yıl gibi bir sürede ortaya çıkardığı o elmas gibi toplum yüzyıllar boyunca neden bir daha ortaya çık(a)madı!
Bugün Müslümanın kendi din kardeşinden aldığı canı, akıttığı kanı tüm İslam düşmanları bir araya gelseler yapabilirler mi?
Bugün dinsel terminolojinin hüküm sürdüğü onca İslam Coğrafyasında neden düşmanlık hâkim, neden kan ve barut kokusu dinmiyor, neden hemen her gün ağıtlar arşa yükseliyor ve sessiz çığlıkları arşı titreten annelerin gözleri iki resim karesine mahkûm bırakılıyor?
Bu mümbit dinin vazettiği “güzelin yarattığına çirkin muamele edilmez” anlayışından beslenen koşulsuz sevgi, katıksız merhamet ve amasız adaleti, bizler tarihin hangi sayfasında unuttuk?
Evet, uzun yürek ağrısı konular!
Biz asıl konumuza dönelim!
İnsan, tanımadığını nasıl sever bilmiyorum!
Ancak, bugün ne ‘çağdaşlık” algısı içinde Atatürk sevgisini ‘putlaştıran’ ve “laiklik” kavramını Atatürk’ün mirası olarak dayatıp elindeki irtica sopasını bırakmayan kesim Atatürk’ü çok iyi tanıyor; ne de dindar denen ‘muhafazakâr’ kesim, yukarda andığım gibi kendi kitabının emrettiği değerler manzumesinden tümüyle haberdar!
Doğal olarak buradan bir ‘anlaşma’ çıkmıyor ki, çıkmaz da!
Neden çıkmaz?
Çünkü; bir taraf, zihnine zerk edilen ‘çağdaşlık’ algısı ile, ‘bilimle, teknoloji ile, okuma ile yaratamadığı’ ilerlemenin suçlusu olarak ‘dini’ ya da daha açık tabirle ‘İslâm’ı’ görüyor.
İçim acıyarak söylüyorum ama yüzyıllar öncesinden donup kalmış ve güncellenemeyen bir fıkıh, ezici bir çoğunluk ve gelenekçi bir anlayışla ‘İslâm’ olarak benimsendiği ve bu gelenekçi anlayışın yansıması diğer İslâm iddiası içindeki ülkelerde akan kanı, dökülen gözyaşlarını, arşa yükselen ağıtları aynı çağın göğsünden süt emerek yaşadığı için mevcut tablo korkusunu körüklüyor.
Diğer taraf ise yaklaşık bin küsur yıl boyunca 72 millete, dine, ırka mensup toplumu bir arada yaşama tecrübesi üretebilmiş; bununla dünyaya hükmedebilmiş bir toplumun, bunu ‘İslâmi’ anlayışa borçlu olduğunu savunarak ve muhatabına haklı bir edayla yakın geçmişte aldığı yaraları göstererek; “laiklik” kavramını “dine saldırı, inanca saygısızlık” olarak görüyor.
Hatta bir tık yukarı çıkıp “laiklik” kavramını “dinsizlik” olarak algılayan önemli bir kesim de yok değil toplumda.
Peki nedir yeni gündemimiz olan “Laiklik?”
Laiklik veya gerçek telaffuzu ile laisizm denen kavram; herhangi bir devletin yönetiminde dinsel ritüellerin veya dinsizliğin referans alınmamasını ve devletin din veya dinsizlik karşısında “tarafsız ve tepkisiz” olmasını savunan ilkedir.
Aslında bu tanımı anlayabilmek ve yapabilmek için dünya ve insanlık tarihine de ayrıntılı bakmak gerekiyor. Zira, bu kavrama baktığınızda “din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması” olarak kısaca tabir edilen laiklik kavramının Batı menşei olduğu aşikâr.
(Devam edecek)