CEMAL KARABAŞ

CEMAL KARABAŞ

MAHMUT

Eski bir arkadaş; Mahmut…

Aynı okuldan mezun olduk. Aynı işyerinde çalıştık. Aynı güzelliklere  sevindik, aynı acılara üzüldük.  

Bu arkadaşla yollarımız ayrıldı bir gün.  Ben memleketime gittim. O memleketine.   

Doğudan kalkar batıya doğru saatlerce yolculuk ederdim; anamı atamı görmek için 

Yolculukta yol keserdi eşkıyalar. Yolda kimin korucu kimin terörist olduğu belli  olmazdı.

Allah’ın izni, büyüklerimin duası   ile  yolum kesilmedi. Kazalara uğramadım. 

Hikayelerde zaman çabuk geçer . Benim de hikayemde de zaman çabuk geçti. Dönüp geriye baktım onbeş yıl geçmiş. 

Memleketimde de on beş yıl çalıştım.  Arkadaşlarım  kalmamıştı. Herkes bir yerlere savrulmuştu.   Eski arkadaş  Mahmut  İstanbul’a gitmiş, oraya yerleşmişti.

İstanbul’da Mahmut’u aradım. Mahmut telefonun ucundaydı.   

-Neredesin Mahmut, dedim.  Mahmut otuz sene önceki yerdeydi. Batıdaki demokrasiden, insan haklarından, hukuktan bahsetti. Ben de yer değiştiren atmış milyonluk bir mülteci ülkesinden söz ettim.  Mahmut sinirlendi; 

- Bana propaganda  yapma, deyip   telefonu yüzüme kapattı.  Mahmut  yıllarını  , en kötüsü terbiyesini de kaybetmişti.

Mahmut, hayata kırgındı. Bütün renklere kırgındı. Onun ne soğuk rengi ne de sıcak rengi vardı.  Bir gri rengi de yoktu.

Yaşlanmıştı . Aşağı inerken merdivenin trabzanına dayanıyor,  trabzan ise tehlikeli bir biçimde sallanıyordu. 

Dili demese de hali emperyalizmin sözde  desteğinden  medet umuyor,  kendine  ufukları belirsiz, sisleri içinde kalmış , ütopik bir hayal ülkesi arıyordu. Mahmut dünyaya kırgındı. Mahmut’a ithafen aldım sazı elime, vurdum sazın teline  ;

-Mahmudo , kurban neye doğdun?  Mahmut’un kulakları da ağırlaşmıştı…

<