RECEP ARSLAN

RECEP ARSLAN

Malumatı ilim sanmak

Bir adam var tanıdığım. Gür sesli, yüksek perdeden konuşur daima. Kendini tarihçi zanneder. Konuşmalarında ‘Ben ilmimin zekeatını veriyorum’ der. İlmi olduğunu kesin kabul eder. İlmini yazar, söyler. Ekrana çıkmayı da sever. Çok bilinen ekranlar değilse de, kendisini üstad belleyenler ona itibar ederler. Kabul edelim ki, o adam çok malumat sahibidir. Güçlü bir hafızası ve kuvvetli bir natıkası vardır. Ama haddi yoktur. Her zaman haddi aşar. Haddi aşmak onun en belirgin vasfıdır. Vasfı deyince bir fazilet gibi kabul edilmesin, özellik, kendine aitlik diyelim. O adam çok malumat sahibidir ama zannettiği gibi alim değildir. Malumat sahibi olmak ilea alim olmak aynı şey değil.

Xxxx

Bir insanın yaptığının ilim olması, o insanın aalim-bilgin olmasının şartları var tüm dünyada kabul edilen. En temel mesele usul’dür. Batılılar buna Methodology diyorlar. Müstemleke Türkçesine de metedoloji diye girmiş. Usul yoksa toplanan bilgiler tasnifsiz, denetimsiz, sağlamasız, ölçütsüz biçimde üst üste konulmuş malumat yığınıdır. Bilgili insan, malumatlı insan başka, aalim insan başkadır. Hakikaten aalim olanlar son derece engin gönüllü, mütavazı, haddini bilir insanlardır. Bilgili, malumat sahibi insanlar ise alabildiğine nobran, hürmetsiz, haddini bilmez ve her fırsatta ukaladırlar. Kendilerinde çok özel değerler olduğuna kaniidirler. Bu yüzden haddi hududu tanımaz, bilhassa toplumda saygı kazanmış isimlere eleştiriler yaparak güya onlardan kendilerinin daha önemli olduğunu iddia ederler. Bilgili, malumatlı olmak insanı ukala eder, bilgiye beraber usul de insan aalim eder.

Xxxx

Kendini tarihçi zannedenler, tarihi bir ilim dalı olarak kabul edip bu alanda çalışanlar, mektepliler, alaylılar, tarih denilen alanın müşkillerini de bilmeliler, bilirler. Tarih serapa bir ilim değildir. İlim olan yanı var, olmayan yanı var. Özellikle alaylı tarihçilerin yaptıkları ilim değil, nakildir. Kitaplardan okuduklarını ve başkalarından dinlediklerini, hatırlarında kaldığı kadarı ve şekliyle anlatırlar ve bununla tarihçilik yaptıklarına inanırlar. Tarihin ilim olan yanı belgeye dayanan kısmıdır. Bir savaş yapılmış, o savaşın tarihi, yeri, katılanların rütbesi, durumu, giysileri, yaşama eşyası, sonunda yapılan anlaşma metni ilimdir. Yüzyıllar ötesine kalmış bina, yol, köprü gibi maddi unsurlar, kitabeler, abideler, süs ve kullanım eşyası, para maddeleri incelenebilir.İlmin konusu olurlar.

Xxxx

Kişiler hakkında hüküm vermek tarihçilik olmadığı gibi insaf ve namus sahiplerine de uymaz. Bugünün toplumunda bir algı var. Diyelim ki Mehmet Akif ya da Mustafa Kemal, ya da Said Nursi, Ya da 2. Abdülhamid, ya da Vahdeddin. Bu insanlar hakkında bir hüküm veriliyor. O adamların hangi hallerinin esas alındığına bir bakmak gerek. O insanların çocuklukları, gençlikleri, orta yaşları, olgunlukları, yaşlılıkları var. Siz o insan hakkında bir hüküm verirken hangi hallerini esas alıyorsunuz? Hiç düşündünüz mü?

Xxxx

Senin kabul ettiğin o kişi kaç  yaşında, hata saydığın, sandığın o sözleri söylediğinde kaç yaşındaydı? Muhatabı neredeydi, o neredeydi? Bütün bunlar dikkate alınmadan kişiler hakkında hüküm verildiğinde sadece zalim olunur. Tarihe mal olmuş kişileri, onlar ölüp Allah’ın huzuruna gitmişken,onların dedikodusunu yaparak tarihçilik yaptığını sanmak ne kadar büyük bir eblehliktir düşünmek gerek.

Anlayacağınız üstad denilen o adam ne üstad, ne aalim, ne de tarihçidir. Nefsine güveni, kibir ve enaniyeti zirve yapmış bir insan. Elbette o da öyle imtihan oluyor. Ama onu akıl hocası olarak görenlerin Lozan mevzuunda nasıl da zor durumda kaldığını hatırlamak gerek.

<