Mavinin hikayesi
Homeros’u ve destanlarını bilirsiniz. Ege’lidir Homeros: Mavinin en saf ve parlak tonuna karşı yazmıştır destanlarını. Buna rağmen denizden “şarap renginde” diye bahseder. Çünkü antik Yunan ve bir çok kadim uygarlık tabiatta bulunmayan maviyi ayrı bir renk olarak tanımıyordu. Onlar için deniz, yeşil ile daha koyu tonlar arasında bir yerdeydi.
Daha düne kadar bilim insanları kullandıkları dilde mavi bulunmayan kabileler ortaya çıkardı: Kabile üyeleri renk körü değillerdi, yine de birisi onlara gösterene kadar mavi rengin ayırdına varamamışlardı. Mavinin hikâyesi, kadınların iş hayatının eril yapısı içinde mücadele verirken yaşadığı geçici renk körlüğünü anımsatıyor. Adil bir dünyada yaşamadığımız bir gerçek ama içimizdeki kısıtlamalara ve potansiyele dönük farkındalığımızın sınırlı olduğu da bir başka gerçek. 2012 senesiydi, beynimin ne şekilde algıladığını ve nasıl kodlandığını öğrendim: hayatımın en büyük keşiflerinden biriydi.
Meğer insan beyni işlevsel olarak aynı olmakla birlikte; davranışsal olarak, kadın ile erkek beyni arasında ne büyük farklar varmış. Huy sanıp hayıflandığımız, başarısızlık sayıp suçlandığımız pek çok şey aslında beynimizin emriymiş. Kadın beyninin maruz kaldığı yoğun hormonal aktivite yaşam boyunca duygusal çalkantı demektir. Bu da kararsızlık, olayları kişiselleştirme ve tutarsızlık gibi iş hayatında hiç mi hiç sevilmeyen sonuçlar doğurur. Bir de onaylanma saplantısı vardır kadınların; bu da beyninlerinin emridir, tıpkı konuşmaktan ve ilişki içinde olmaktan hoşlanmaları gibi… Konu buraya sığmayacak kadar ayrıntılı ama kendi çıkarımımı özetlemek gerekirse: Ne yaşadığımızı adam akıllı bilmediğimiz için, süreci de yönetemiyoruz. Öte yandan beynimiz yapısı gereği çok geniş bir renk spektrumuna sahipken, erkekler tarafından kurulmuş bir düzende onların görebildiği renklerle yetiniyoruz. Ayağımız taşa takılınca sebeplerini araştırmak yerine kendimizi suçluyoruz.
Benimki gibi eril kodlarla kuşatılmış bir mesleğiniz olduysa, belki siz de naif ve kırılgan yanınızdan çok çekmiş; zaman içinde kendinizi saklamayı öğrenmişsinizdir. İşte burası kırılma noktasıdır: Eril kodların dişil yanımızı yuttuğu, bu sebeple kendimiz gibi olamadığımız, özsaygımızı ve özgüvenimizi yitirdiğimiz yerdir. Kadınların katkı sağlamaları beklenen alanlarda fark yaratamamalarının sebebi de budur. Örnek: Siyaset kurumu. Oysa eski düzene yeni bir soluk getirebilme potansiyeline sahiptir kadınlar. Hele ki son dönemde yaratıcılık, farklı düşünebilme ve bağ kurma becerisi diye tırmalayan iş dünyasında. Patron gibi değil, koç gibi davranan, insanları değil süreçleri yöneten, en önemlisi de çalışanlarının potansiyellerini ortaya çıkarıp onları kendilerini gerçekleştirmeleri için yüreklendiren ve bundan tatmin olan liderler aranıyor artık.
Bu saydıklarım dişil yanımızın armağanlarıdır. Yalnız kadın liderler için değil, erkekler için de geçerlidir. Marazi bir rövanş duygusuyla yazmıyorum bunları; tam tersine eşiğinde durduğumuz değişimde bu kez kadınların erkeklere yol gösterip ışık tutabileceklerine inanıyorum. Ancak kendilerini tanımaları, ideal dengeyi bulmaları ve ondan sonra da kendileri gibi davranabilmeleri kaydıyla.