MEDYA-SİYASET İLİŞKİLERİ.. (2)
Günümüzde, yaygınlaşan bir kavram karmaşası, bir “çelişiklik” düzeyinde yaşanmaktadır.
Konuyu en özelci yanıyla, temelde tartışmanın yararına inanıyorum.
Soru kendini gösteriyor:
“Günümüzde siyaset mi medyayı etkiliyor, yoksa medya mı siyaseti?”
Medya dünyasında, birinci hedef olarak şu gerçek hatırlanmalıdır:
“Siyasetin türü veya rejimin adı ne olursa olsun, toplumsal hayatın ruhu medyadır. Medyasız toplumsal hayat, bir kadavradan başka anlam taşımaz..”
Karşılıklı etkileşime dayanarak, toplumsal ön koşulları gerçekçilikle bağdaştıracak olursa, siyaset-medya ilişkileri, gerilimli bir ruh serüveniyle karşımıza çıkacaktır.
Bilindiği gibi bu yanlış kuram, basın hak ve özgürlükleri yönünden devam ettirildikçe bunun yanıtı, kadavra fikrini doğrulayacaktır.
Eski dilde bunun anlamı şöyledir: “Meyit-i Müteharrik. Yani hareket eden ölü.”
Sorunun tırmandığı en uç nokta buraya dayanmaktadır.
Evrensel nitelikte basının yeri ve kazanımları bellidir.
Şimdi baktığınızda, medya üzerinde, tepeden inme bir “akıl dışıcılık” uygulaması seziliyor. Siyasetin hareket noktası, adeta bununla ölçümleniyor. Mutlak bir ifadeyle; özgürlük medyanın üzerinden alınarak, siyasetin bünyesine yerleştirilmiş gibi bir izlenim veriyor.
Hemen her konuda siyaset, Medyanın işlerine burnunu sokmak gibi bir huy edinmiş!..
Toplumsal yaşamın hemen her köşesine egemen olan bu anlayışı görebilmemiz için, elimize herhangi bir gazeteye alıp sayfalarını şöyle bir karıştırmamız yetecektir.
Toplumu fikir ve yazılarıyla çalkalayan yazarlar arasında her çağın koşulları öne çıkarıldığında, olağanüstü canlı, güçlü bir okur kitlesiyle karşılaşılırdı. İnsan onurunu içine sindiren okur kitlesi, medya kuşağına mal olmuş yazarlar arasındaki kalite farklılığını, hem ortaya çıkararak ilginç saptamalar yapabilirlerdi.
Zaman içinde ünlü yazarların kalıcı kimlikleri hiç eskimedi.
Toplum çözümleyicisi dediğimiz bu yazarların yaşam tablolarına göz gezdirdim. Ölenlerin listesi uzun çıktı.
Medyamıza ömürlerini veren ve sonunda yürekleriyle tükenen nice yazarlarımız, bir sonraki kuşağa “yeni bir başlangıç” fikrini miras bırakmıştır.
Devr-i Medyanın geçmişine bakalım: Fikir ve düşünce zengini Cihat Baban’lar, Falih Rıfkı Atay’lar, Hüseyin Cahit’ler, Ahmet Emin Yalman’lar, Yunus ve Nadir’ler en iyi, usta kalemlerdi.
Dahasını sayalım: Yakın bir süre önce kaybettiğimiz Yaşar Kemal, İlhan Selçuk, Oktay Akbal, Çetin Altan, Hasan Pulur ve Bedii Faik, kalemlerine toz kondurmamış ilkeli yazarlardı. Kendi tarzları içinde kaliteli kalmayı başarmış pek çok gazeteci yazarımız, siyaseti dizayn etmekle ömür tükettiler. Düşünce ve yorumlarıyla, neş’elendirmeyi uslûp zenginliklerine malzeme eden bu yazarlarımız, siyasetçileri Basın Etiği dışında tutmadılar.
Gereğini yaptılar.
Yaşanan her çağ, kendi olaylarının akışına göre bir eleştirisel düzen getirmiştir.
Basınımızda eskiden öykülere dayalı yazılara itibar edilirdi. Pek çok yazarımız, ele aldığı konuya; Nasreddin Hoca, Marko Paşa, Şair Eşref, halk türü fıkra ve deyimlerini malzeme seçerlerdi. Bununla bir fikir kanıtlanmak istenirken okurların tebessüm hakları da satır aralarına yerleştirilirdi.
Şimdilere dönelim.
Geri kalmış toplumlarda yaşam, daha çok siyasete endeksli olmaktadır. Siyasetçinin her şeye bulaştığı ve bürokrasiyi kendi çizgisine çektiği toplumlarda demokrasi kültürü eriyip gitmektedir.
Medyanın işlevi ile siyasilerin görevi arasında bir hassas çizgi vardır.
Bunun adı Basın Özgürlüğüdür.
Özümüz, sözümüz birdir ki; Siyasetçi Medyadan elini çekmeli ve çenesini tutmalıdır.
----------------------
NOT: Günümüze uygunluğu nedeniyle yazarımızın bu yazısını tekrar yayınlıyoruz.
(2)
Siyaset bilimcilerine göre Millet Meclis’lerinde 3 tane parti bulunmasına karşılık bir dördüncü partinin de “BASIN BALKONU”ndan mevcut olduğu söylenir.