Müdahale
Ordunun siyasete müdahalesi, siyaset üzerindeki ağırlığı ve siyaseti yönlendirmesi Türkiye’de her zaman gündem maddesi olmuştu. Bunun sebebini anlamak için ordunun Türkiye tarihindeki gelişimini hatırlamakta fayda var.
Eski dönemlerde hayatta kalmak için iyi savaşmak, bu savaşlarla yeni topraklar işgal etmek, buralardan elde edilen fetih ganimetleri ile ekonomi ve maliyeyi güçlendirmek ve bu sistematiği korumak için güçlü bir orduya sahip olmak gerekiyordu. Kazanılan topraklar işletilecek, vergilendirilecek ve askeri besleyecekti. Kazanılan toprakların beslediği taşranın atlı askerlerine, zamanla kazanılan topraklardan ele geçirilen nitelikli insan gücünün geri bölgelere çekilerek eğitilmesi sonucu merkezi yaya ve süvari ordu birlikleri de katıldı. Bu ikinci grup genelde Hristiyan çocuklardan oluşan, ömür boyu bekar, aile ve toplum bağlarından koparılmış, İslamlaştırılmış, padişahın kayıtsız şartsız emrinde olacak biçimde yetiştirilmiş seçkin bir askeri örgüttü.
Bu seçkinlerden sivil ve asker yönetici olarak sivrilenler bürokrasi mekanizmasını oluşturarak zaman içerisinde kendi korunaklı ve ayrıcalıklı pozisyonlarını güçlendirdiler. Hatta iktidarlarını öylesine etkinleştirdiler ki padişahı denetleyen bir güç haline geldiler. Bu güç maalesef savaş meydanlarına yansımıyordu. Mevcut merkez ordusu disiplinsiz, yaygaracı, mali, siyasi ve askeri sorunlar yaratan, padişah ve vezirleri tahttan indiren bir çeşit tüketim ordusu olmuştu.
Fransa, İsveç, Prusya ve daha sonra Rusya gelişen yeni taktik ve askerlik sanatına göre disiplinli modern ordularını kurmuşlardı. Batı’ya karşı alınan her askeri yenilgi ordunun yeniden düzenlenmesi ihtiyacını hissettiriyordu. Devleti kuran güç ordu olduğuna göre devleti kurtaracak güç de ordu olmalıydı.
Yabancı subay ve yabancı askeri yayınlarla eğitilen Nizamı Cedid çağdaş bir ordu olarak tasarlanmıştı. Ancak gelenekçi askerler bir isyanla bu orduyu dağıttı. Bu dönemde, topçu, istihkam ve deniz subayları yetiştirmek için yeni yüksek okullar açılmıştı. Modern ordu tasarımına Sekbanı Cedid’le devam edilmek istendi. Ancak gelenekçiler padişahı zorlayarak bu orduyu da terhis ettirdiler. Gelenekçilerin askeri dayanağı olan Yeniçeri Ocağı da akabinde gönüllü birlikler tarafından iyi planlanmış kanlı bir baskın ile ortadan kaldırıldı.
Yeniçerinin boşluğunu doldurmak için Asakiri Mansurei Muhammediye adıyla yeni bir ordu oluşturuldu. Günümüz ordusunun temelleri sayılacak bu yapılanmanın adı sonradan Asakiri Nizamiye olarak değiştirildi. Prusya askeri sistemine göre Alman subayı Moltke tarafından eğitilen bu ordu, barış ve savaş durumlarına göre örgütlenerek ülkeyi önemli şehirleri merkez alan altı askeri bölgeye ayırıyordu. Askerlik angarya değil, beş yıllık bir vatan hizmeti oluyordu. Bu dönemde piyade ve süvari subaylar ile askeri doktor ve eczacı yetiştiren yüksek okullar açıldı. Tüm askeri okullarda yabancı subaylar tarafından çağdaş eğitim verilmeye başlanmıştı.
İhtiyaç durumuna göre kura ile tespit edilecek yirmi yaşına gelen her Müslümanın askerlik yapması kararlaştırılmıştı. Hıristiyanlar belirli bir bedelle askerlikten muaf oluyordu. Harp Okulunun en iyileri bir yıl daha eğitim görerek kurmay oluyordu. Subayların itibarı artmış, iyi maaş alıyorlar, paşa ve albaylar köşklerde oturarak her fırsatta ödüllendiriliyordu. Ordu ve Donanma hükümette Serasker ve Kaptanı Derya adlarını taşıyan Harbiye ve Bahriye Nazırlarınca temsil edildi. Daha sonra Tophane Müşiri de hükümetin üçüncü askeri üyesi oldu. Modernci askerlerin yönetimde etkinliği arttıkça gelenekçi dini sınıfın etkinliği azalıyor, modernleşme hamleleri devlet ve toplum hayatına da kayıyordu.
Bu hamlelerin sosyal, ekonomik ve kültürel sorunlara yol açtığını düşünen ve Tanzimat yeniliklerine karşı olan bazı subaylar, padişahı devirerek mevcut monarşik rejimi anayasal düzene taşımak için gizli bir örgütle siyasete müdahale etmek istediler ama başarılı olamadılar. Bu başarısız askeri darbe girişimi Kuleli olayı olarak bilinir.
Ordunun tepesindeki Serasker, padişaha duyduğu şahsi kini ile Meşrutiyete geçilmesinin kendi iyiliği için elzem olduğunu düşünüyordu. Padişahı bir gece yaptıkları darbe ile aktif saraydan pasif saraya kaldırdılar. Padişah pasif sarayda ölü bulundu. Padişahın akrabası bir binbaşı hükümet toplantısını basarak muhtemel fail gördüğü Seraskeri öldürdü. Sonrasında Meşrutiyet ilan edildi.
Yeni padişah Abdülhamit Fransız etkisi altındaki askeri eğitimi merhum Seraskerin önayak olduğu Prusya sistemine geçirdi. Katı merkeziyetçilik ve disiplin, vatana bağlılık, komutana koşulsuz inanç ve itaat yeni sistemin özellikleriydi. Genç subaylar staj ve ihtisas için Avrupa'ya gönderiliyordu. Askeri okullar küçük şehirlere kadar yaygınlaştırıldı. Alman disiplini ve hiyerarşisi orduda yerleşmeye başladı. Alaylı subay sayısı azaltılırken mektepli subay sayısı devamlı artıyordu. Kurmaylara iki yıllık kıta stajı mecburiyeti getirildi.
En iyi subaylara asayişi en bozuk yer olan Makedonya'da ihtiyaç duyuluyordu. Buraya gelen subay ise isyancılardan etkilenerek devleti kurtarma derdine düşüyor, doğal olarak politika ile ilgileniyordu. Genç subaylar için politikanın adresi gizli ve ihtilalci bir güç olan İttihat ve Terakki Cemiyeti, kötü gidişatın sorumlusu ise padişahın despotluğuydu. İstanbul’daki yüksek rütbeli subayların maaş ve yaşam koşulları oldukça tatminkar olduğundan mevcut sisteme yönelik ciddi bir tepkileri yoktu.
Makedonya’daki genç subaylar tarafından padişah yanlısı yüksek rütbeli subaylar etkisiz hale getirildikçe ordunun direncinden çekinen padişah İkinci Meşrutiyeti onayladı. Mecliste çoğunluğu elde eden İttihat Terakki yüksek rütbeli subayları tasfiye ederek gücünü Makedonya’dan İstanbul’a taşımayı planladı. Cemiyetin uygulamalarına alaylı ve gelenekçi askerlerinde bulunduğu bir kitle isyan etti. 31 Mart denilen bu ayaklanmayı Makedonya’dan gelen Hareket Ordusu bastırdı. Yirmi dokuz kişi idam edilerek Abdülhamit yanlısı görülen İstanbul konuşlu Birinci Ordu’da büyük tasfiyeler yapıldı.
Bu arada Trablusgarp ve Balkan Savaşında alınan yenilgiler ve Edirne’nin düşmesi İttihat ve Terakki’yi iyice hırpaladı. Harbiye Nazırı Nazım Paşa İttihatçıların tarzını onaylamıyordu ve Yarbay Enver tarafından yapılan Babıali Baskını esnasında öldürüldü. Cemiyet kendi politikalarına sempatik bakan Mahmut Şevket Paşa’yı Harbiye Nazırı ve Sadrazam yaptı. O da kısa zaman sonra bir suikaste kurban gidince yeni idamlar ve orduda yeni tasfiyeler yapıldı. Enver Bey Bulgarların boşalttığı Edirne’yi kısa zamanda geri almanın süksesiyle Harbiye Nazırı oldu. Alman hayranı olan Enver Paşa devleti askeri zaferle kurtaracağı ümidiyle ülkeyi Almanya’nın yanında savaşa soktu. İttihat ve Terakki, Türkiye’de ordunun politikaya müdahalesi ve sürekli olarak politika içinde olması geleneğini başlatan bir oluşum olmuştu.
Bu oluşumun imparatorluk geçmişinde kalmadığını, çok partili demokratik hayata da uzandığını, “Tamam, artık bitti!” dediğimiz anda 15 Temmuz teşebbüsünün yaşandığını biliyoruz. Bu müdahaleler, demokrasimizin kurumlaşmasına, sivil siyasetin gelişmesine engel olduğu gibi, insan hak ve özgürlüklerinin askıya alındığı bir miras bıraktığı da yadsınamaz bir gerçektir. Askeri müdahalelerin siyasi çatışmalardan ve aşılamayan krizlerden güç aldığını unutmayalım...