Muhyiddin İbn-i Arabî'nin Reddedilen Kitabı : FUSUS'ÜL HİKEM (Hikmetlerin Özü)

 “Varlığın kökeni harekettir. Bu yüzden bu dünyada da ahirette de yolculuk hiç durmaz.”

  -Muhyiddin İbn-i Arabî-

Tasavvuf düşüncesinin temel eserlerinden olmasına karşın diğer tasavvufî eserlerden farklı bir teorik arka plana sahip olan Fusus’ul Hikem sufilerin bilgi ve varlık düşüncesinin zirvesidir ve İslam literatüründe hakkında en fazla şerh yazılan eserdir. Bunun sebebi kuşkusuz kitabın dilinin, anlatmaya çalıştığı inanç felsefesinin ağırlığı ve içerdiği “yüksek hakikatlerin” ilmi yetersizliğe sahip alimlerce anlaşılamamasıdır.

27 peygamberin ve hikmetlerin anlatıldığı, 500’den fazla eser yazmış olmasına rağmen İbn-i Arabî’nin en değerli eseri olarak kabul edilen Fusus’ül Hikem’de yazılan en ilginç bölümlerden biri bize göre ölümle ilgili bölümdür. İbn-i Arabî, yazımızın girişinde kullandığımız alıntı sözü, bu bölümde detaylandırarak anlatmış gibi görünüyor. Kitabın ilgili bölümü “ölüm” kavramını, insanoğlunun en korkulu düşmanı olarak tanımlayarak başlar ancak gerçekte onun bir geçiş bir köprü olduğunu açıklar. İlgili açıklama;

“Ölüm bir yok olma değil bir çözülmedir. İnsanın manevi benliğinin “Hak” tarafından kendisine çekilmesidir. O, insanı kendi alemine aldığı zaman ona, terk ettiği madde dünyasındaki oluşumundan ayrı bir oluşum ve düzen verir. Ölen bir kişi için kaybolmak asla yoktur. İnsan bedeni dünyaya ait dünyada kalan bir bileşkedir. Asıl yaşam sahibi ruh’tur. Ruh bulunduğu yerin özelliğine göre özel formlar oluşturur. Bu onun yeteneğidir. Öyleyse ölümden sonra bazılarının dediği gibi hareketsiz,  beklemede kalınan bir zaman aralığı yoktur. Olmaması gerekir.” Buna kanıt olarak Kur’an’da geçen “Her şeyin O’nu zikretmesi..” ayetinden yola çıkar. “Her şey O’nu zikrediyorsa o halde hiç bir şey hareketsiz ve cansız kalmaz.” der. Kitabın bu bölümü özellikle dilin en hafif ve anlaşılır olan bölümüdür. Çünkü İbn-i Arabî ölümle ilgili görüşünün herkesçe anlaşılması konusunda daha ihtiyatlı davranmıştır.

Kitabın en anlaşılmayan ve üzerine yüzlerce şerh yazılmasına vesile olan bölümü ise Arabî’nin Vahdet-i Vücud anlayışıdır. Derin tasavvufi analiz yapabilmenin oldukça güç bir mesele olmasını kabul ederek eklemeliyiz ki, Vahdet’i Vücud çoğunlukla Avrupa’da panteizm denilen ve Hint kökenli mistik başka inançlarla benzerlik gösteren, “Tanrı’nın kendini parçalayarak evreni yarattığı ve her bir parçanın mesela bitkinin taşın Tanrı olduğu birleştiklerinde Tanrı’nın bütün hali olduğu” inancı ile karıştırılmaktadır. Oysa İbn-i Arabî’de doğru karşılığını bulan Vahdet-i Vücud anlamı, tasavvuf felsefesinin özü olan vahdet ve kesret arasındaki ilişkidir. Vahdet (teklik), Kesret (çok olma) ‘dır. Vahdet tek bir gerçektir. Kesret ise manaların çokluğudur. Manaların çokluğu, bazılarının anladığı gibi varlığın çokluğu ya da varlığın parça parça maddelerden oluştuğu anlamına gelmez. İbn-i Arabî Kur’andaki tevhit düşüncesine uygun olarak vahdette kesreti kesrette vahdeti apaçık algılayabilmiştir.  Burada tabi ki bunun ayrıntısına giremeyiz, dediğimiz gibi 1644’ten beri üzerine yüzlerce sayfalık şerhler yazılagelmiştir. Zor bir konudur. Biz burada okuyucuda merak uyandırma bilinciyle kısa bilgiler vermeyi amaçladık.

Yazımızı sonlandırmadan, Muhyiddin İbn-i Arabî’nin düşüncelerinden etkilendiği ve etkilediği arkadaşı İbn-i Rüşt’ün onun için söylediklerine bakalım;

“Ancak kitaplarda rastlanabilecek düzeyde, şimdiye kadar hiç karşılaşmadığım biri. Benim okuyarak elde ettiğim ilmi, o görünür halde şekillendirerek elde etti.”

Okuyucuya tavsiye kaynaklar;

  1.  Seyh-i Ekber: Ibn Arabî Düşüncesine Giriş - Mahmut Erol Kılıç
  2. Fususu’l Hikem Okumaları İçin Anahtar, (Çev. Ekrem Demirli) İz Yay. İst.2000
  3. Erdem, Hüsameddin, Panteizm ve Vahdet-i Vücûd Mukayesesi, Kültür Bak. Yay, Ankara 1990

 

<