İSKENDER ÖZSOY

İSKENDER ÖZSOY

ÜSTÜ KALSIN

Mürettip Çırağı Adem

Daha misket oynayacak yaştaydı.

Onu tanıdığımda daha misket oynayacak yaştaydı. 

Yaşıtları dünyadan habersiz yaşarken o küçücük yaşıyla hayatın ta içinde buluvermişti kendini.

Adem, daha misket oynayacak, çelik-çomak oynayacak yaştaydı.

Onu gazeteciliğe yeni başladığım günlerde tanıdım. Kim bilir kaç senedir çalışıyordu?

- Adem başlıklar ne oldu?

- Tamam.

- Adem temiz provalar ne oldu?

- Gelir abi.

- Adem maden getir!

- Peki.

- Adem yerleri süpür!

............

Makineyi temizle

............

Çay söyle!

.............

Adem... Adem... Adem...

Sanki mürettiphanenin bütün işi Adem’de bitiyor. Adem aşağı, Adem yukarı.

- Adem tashihler?

- Okunmamış abi!

- Adam sayfa provası çek!

- Tamam abi!

.............

Adem bütün istekleri sessizce dinler, gülerek yerine getirir. 

Adem bir derviştir. 

“Başa gelen çekilecekse, çekilmelidir.” der, kendi kendine. Susar, içi ezilerek.

 Adem, daha misket oynayacak yaştadır.

 Yaşıtları dünyadan habersizken o yılların tecrübesini edinmiştir gencecik yaşında.

Ara sıra,  tashih odasının önünden geçerken çağırır konuşurum:

- Nasılsın Adem?

- İyiyim abey.

- Adem Mısır’ın Devlet Başkanı kim?

- Enver Sedat.

- Bu yıl Eurovision yarışması nerede yapılacak Adem?

- Paris’te.

- Nastase kimdir?

- Tenisçidir abey.

..............

Adem ayaklı kütüphanedir. 

Bildiklerini,  gazetenin başlıklarını kumpasa dizerken öğrenmiştir Adem.

Adem bütün ezilmişliğine, çile çekmişliğine rağmen insanı düşündüren gülüşünü hiç eksik etmez dudaklarından. Kızsalar da, bağırsalar da hep güler. Onun şimdiye kadar kimseye “asi” geldiğini görmedim. Hep güler Adem. 

Aslında neşeli değildir, güler nedense. 

Kim bilir neleri, kimleri düşünerekten gülüyordur, bilinmez. 

Her şeyi ama her şeyi tevekkülle karşılar. Onda yıllarca çile çekmiş dervişlerin olgunluğu vardır.

Koridorda yürürken bir elinde provalar hem okur, hem güler. Belki okuduğu  yazıya gülmüştür; annesi, babası, kardeşinin yaramazlığı  aklına gelmiştir, güler. 

Belki de sermürettip Yusuf Ziya Çetin’in bir lafına gülüyordur, matrislerin alınmasına az kaldığı,  paydos yaklaştığı için gülüyordur.

Adem’le arkadaşlığımız bir mesai boyunca sürer. Matrisler alındıktan, gazete baskıya girdikten, gazeteden ayrıldıktan sonraki Adem’i tanımam. Merak da etmem. Adem’le bütün ahbaplığımız paydosa kadardır.

……..

Saat 18.00’e geliyor. 

Gazetede tatlı bir telaş, “Bugünü de kurtardık.” diye. Sayfalar aşağıya taşınmış, matrisler alınmıştır. Artık Adem’in işi bitmiştir. Elinde bir kalıp yeşil sabun, dilinde bir türkü, dudağında hiç eksik olmayan gülüşü ile Adem musluk başına gider, topuklarına bastığı ayakkabılarını sürüyerek.

Biraz sonra hiç bilmediğim, ama biraz olsun düşünebildiğim ev hayatına, kendi alemine koşacaktır. Yüreğinde bir heyecan, yavaş yavaş sabunlanır, dikkatlice silinir, kurulanır; sabununu kartondan kutusuna koyar. Topuklarına bastığı ayakkabılarını, iş elbiselerini mürettiphaneye bırakır, temiz, günlük elbiseleriyle Adem bayağı değişmiştir. 

Bir de arkası kuşlu cep aynasına bakarak saçlarını yandan ayırdı mı?..

Artık hazırdır Adem. 

Koltuğunun altında baskıdan yeni çıkmış ertesi günün gazetesi, elinde öğle yemeğinde yemeyip evine götürdüğü yoğurdu; arkadaşlarına  veda edip evinin yolunu, bilemediğim ama biraz olsun düşünebildiğim evinin, kendi âleminin yolunu tutar mürettip çırağı Adem.

Arkasından bakarım, mütevekkil adımlarında ustalarının olgunluğunu görürüm onda.

………..

EK BİLGİ: Bu yazıyı nedeyse 50 yıl önce yazmış, o zaman çalıştığım gazetede yayımlanmıştım. Aradan onca yıl geçtikten sonra neden yeniden yayımlama ihtiyacını duyduğumu bugünün bir eli yağda bir eli balda gazetecileri asla anlamayacaktır. Bugünkü ÜSTÜ KALSIN Babıâli’nin gerçek emekçilerine armağanım olsun.

<