Mutlu Azınlık
Hayat standartları mevcut ülke şartlarına göre çok daha yüksek olan insanları tanımlarken kullandığımız bir terimdir mutlu azınlık. Her devrin iktidarı ve ideolojisinin kendine yakın bulup koruyup kolladığı bu kesim bulundukları konum ve maddi güçleriyle kendi ve yakın çevrelerinin ruhlarını beslemekte sınır tanımazlar. Her yeni oluşum yeni fikirler, yeni eylemler ve yeni organizasyonlarla kendine yeni ufuklar açarken bu oluşumda payı olanlar heyecan ve sabırsızlık içinde kendilerine verilecek desteği beklemektedir.
Milli mücadele öncesi ekonominin öncü güçleri Rum, Ermeni ve Levanten diye bilinen Batı Avrupa kökenli azınlıklara aitti. Bunların elindeki ekonomik kaleler Milli ve Türk kavramları için savaşmış, çalışmış, çabalamış tüccar ve eşrafa transfer edilmeliydi. Devlet destek vermeli, ithalatta, ihracatta, imalatta ve ticarette yerli tüccarın hakimiyeti sağlanmalıydı. Sadece azınlık kesim değil yabancı firmalar yeni duruma ayak uydurmak için pozisyonlarını almakta gecikmediler.
Rum, Ermeni ve Yahudi kompradorlar Türk ortaklar hatta paravan Türkler bularak yabancı firmaların durumlarını korumayı denediler. Para bu kompradorlar için dinin ve etnik kimliğin önüne geçebiliyordu. Para, maddi çıkarları için emperyalizmin amaçlarına hizmet eden kimi Türkler için de kutsaldı. Milli mücadeleye katılan ve bu sebeple Ankara’da nüfuz elde eden bazı subay ve memurlar da buna dahildi. Sermaye el değiştirirken müsait olan herkes nemalanmalıydı. İstanbul burjuvazisi ile bir şekilde uzlaşılmalı, gücü, aklı ve onuru müsait olan ticaretten payını almalıydı.
Devlet milli burjuvaziyi destekledi. Çünkü yurt kalkınması onların kalkınmasına bağlı görülüyordu. Mustafa Kemal “...halkımızın tüccar sınıfını zengin edebilmek için ticaretin yabancı ellerde bulunmasına mani tedbirleri almak mecburiyetindeyiz.” diyordu. Yerli özel sektörün güçlenmesi halkın güçlenmesinde bir gösterge kabul ediliyordu. Milli mücadele sonrasında Rum ve Ermenilerin bırakıp kaçtıkları topraklar yerli eşraf ve ağaların eline geçti. Ege, Karadeniz ve Doğu’da boşalan araziye Derebeyler misali büyük çiftlikler kuran aile ve ağalar kendileri zenginleştiler ama halk ne güçlendi, ne de zenginleşti. Tarımda bazıları çok zengin oldu, ama genel bir tarımsal kalkınma ile köylünün ve halkın zenginleşmesi sağlanamadı.
Peki zenginleşenler, mutlu azınlık görünenler kimdi? İstanbul tüccarı, Anadolu eşrafı ve toprak ağaları, Milli Mücadele'ye katılan subaylardan sonraları memleketi kalkındırmaya merak saranlar, milletvekilleri ve bürokrasinin üst kademeleri... Bu insan grupları birbirlerini destekleyerek ve tamamlayarak ekonominin kilit noktalarını ellerinde tuttular. Zaman zaman çıkar kavgaları yüzünden kendi aralarında çatışsalar da esas mücadeleyi yönetimin devlete sahip çıkan memurlar kanadına karşı verdiler ve kazandılar. Bu kitlenin gözü açıklığı devlete sadakatle yoğrulmuş ekibin iyi niyetine karşı galip geldi.
Böylece devletin desteğini ve parasını kullanarak azınlıkların ve yabancı şirketlerin yerini alan, en azından yabancı firmaların temsilcisi olarak kendilerini kabul ettiren Mutlu Azınlık oluşmaya başladı. Ticaretten anlamayanlar kalkınmanın böyle gerçekleşeceğini düşünerek gözü açıklara yardıma hazır beklediler.
İttihatçılar zamanında İtibar-ı Milli Bankası devlet eliyle bazı kişileri zengin etmişti. Milli Mücadele sonrası İş Bankası vasıtasıyla bir ölçüde bu sistem devam etti.
Mustafa Kemal’in baldızı Vecihe Hanım, İş Bankasının kurulmasını "Atatürk İzmir'deki evimizin selamlık kısmında özel odasında çalışırdı. Bakanlarla Atatürk sık sık çalışma odasında görüşürdü. Celal (Bayar) Bey de sık çağırdığı bakanlarındandı. Gene böyle bir gün, Celal Bey önce Atatürk ile, onun çalışma odasında görüştü, sonra da bizim yanımıza geldi. Biz, Latife ablam, ben ve babam selamlık bölümünde oturuyorduk. Bu sözünü ettiğim bina şimdi Özel Türk Koleji olarak faaliyette bulunmaktadır... Evet, bu binada babam ile Celal Bey arasında Atatürk'ün 250 bin lirasının nasıl değerlendirilmesi gerektiği üzerinde konuşuldu. Babam ihracat ve ithalatın yabancılar tarafından yapıldığını hatırlatarak bu işleri yapacak bir Türk şirketinin kurdurulmasını önerdi. Celal Bey de bankacılık işlerinin de yabancılar elinde olduğunu hatırlatarak, bir banka kurulmasının yararlı olacağını söyledi. Sonunda da görüş birliğine vardılar. Bugün gibi aklımda, güzel bir akşamüstü idi. Daha sonra Atatürk de çalışma odasından çıkıp yanımıza geldi." sözleriyle anlatıyor. Bankanın kurucusu Celal Bayar da Gazi’nin ithalat-ihracat işlerine adının karışmaması gerektiğini, bunun için bir milli banka kurularak paranın kullanılmasını tavsiye ettiğini söylüyor.
Bakir sahalarda iş yapacak, her şeyi ile Türk olacak bu bankaya Türkiye İş Bankası adı bankanın ilk genel müdürü olacak Bayar tarafından teklif edilmişti. İş Bankasının kurucu ve yöneticileri Milli Mücadele ürünü nüfuzlu politikacılar, özellikle Ankara’lı ticaret adamları ve eşraftı. O günün Türkiye'sinde tüm bankacılık işlemlerini gerçekleştirmek, sınai gelişmeyi başlatmak, ulusal tasarrufları harekete geçirmek, temel ekonomik atılımları finanse etmek ve kredi ihtiyaçlarını karşılamak, yeni kurulan bir ülke için yaşamsal önemde ve çok zor etkinliklerdi.
Milli mücadeleden gelme nüfuslu politikacılar ile sivrilmiş eşraf ve tüccarı bir araya getiren bu özel banka devlet gücü ile kısa zamanda gelişmiş ve bu sayede birçok kapitalist imal etmiştir. Banka içinde kendilerini iş hayatının göbeğinde bulan Milli Mücadele temsilcileri de iş hayatının tadına kolayca varmışlardır. Celal Bayar liderliğinde Mustafa Kemal’in yakın çevresinde yer alan bazı kişiler İş Bankası’nın çıkarcı ve vurguncu grubu olarak tanınmışlardır. Ülkenin sanayileşmesine büyük hizmet ettiği hususunda Mustafa Kemal’i inandırmış olan bu grup, İnönü ile Gazi’nin arasının açılmasında da rol sahibidir. İsmet Paşa, Mustafa Kemal’in gittikçe kuvvetlenen otoritesini kendi menfaatleri için istismar edenlere karşı mücadele etmiş, Gazi ise kendi eseri bildiği ve az zaman içinde birçok başarılarını görerek övündüğü İş Bankası’nın öteden beri İsmet Paşa tarafından kontrol edilmesini rahatsız edici bulmuştur.
İş Bankası grubu kurduğu şeker şirketiyle şeker ithalatını ele geçirmiş, nüfuzlarından faydalanarak şeker fabrikalarının üretimi düşürülmüş, tatlı karlarla astronomik kazançlar sağlamıştır. Keza Paşabahçe ürünleri de aşırı pahalı tutularak sattırılmamış, kendi yabancı ithal malları güzel karlarla piyasaya hakim olmuştur.
Devletin tekeller kurup bunları özel şirketlere devretmesi de mutlu azınlığın ekmeğine yağ sürmüştür. Limanlardan, kibrit üretiminden, petrol ithalatından tekel imtiyazı alarak nasiplenen bir kesim güzel paralar kazanmıştır. Ziraat Bankasının eşrafa verdiği düşük faizli kredilerde, fahiş faizlerle köylüye nakledilmiş, ürünler daha tarladayken yok pahasına kapatılmıştır.
Dünün mutlu azınlığı devletin hemen her alanda sağladığı kolaylıklardan en iyi şekilde faydalanmasını bildiği gibi bugünün ve yarının mutlu azınlıkları da mevcut iktidarlardan beslenmek için her fırsatı kollayacak, sistemin içindeki zayıf halkaları yakalayacaklardır. Azınlığın değil herkesin mutlu olduğu, zayıf halkaların değil çelik iradeli bireylerin olduğu bir sistemi yaratabilecek miyiz? Kolay olmadığı bir gerçek!