Mutluluk takıntısı
Mutluluğun formülünü verdiğini iddia eden bir yazı çıktı karşıma. İki çift laf edesim geldi. Pek mi dolmuşum bu konuda? Bilim insanları araştırmış bazı aktiviteler deneklerin yüzde doksanaltısını mutlu etmiş, dolayısıyla “siz de bunları yapın ve mutlu olun” diyordu yazıda özetle. Merak etmeyin içinde bilmediğiniz, duymadığınız hiçbir şey yok. Sanırım yaşam deneyimlerimizi “bu iyi, bu o kadar da iyi değil” şeklinde sınıflandırıp, kolayca karara varabilmeleri sebep oldu benim yazıma. Bir de içimde son zamanlarda giderek tırmanan tutunma çabası.
Öncelikle, aktivitelerin etkisi ve doyuruculuğu kişiden kişiye hatta hayatın hangi safhasında olduğunuza bağlı olarak değişir. Zaten mutluluk da yapmakla değil olmakla ilgilidir. “Mutluluğun peşine düşmek asil bir çabadır” diye yazmıştı Dennis Prager. Katılıyorum. Ama son dönemde mutluluk meselesi yaşamın bütünlüğüne, amacına ve anlamına delik açan bir takıntı haline dönüştü. Bilim insanları mutluluğun kimyasını araştırıyor, modern insan eğitimden eğitime koşuyor, sosyal medya, paylaşımlar mutluluk karelerinden yıkılıyor. Mutluluğun hapı çıksa koşa koşa gidip alacağız.
Her şeyde olduğu gibi mutluluk konusunda da kısa ve güvenli bir yol arıyoruz: Mümkünse devamlılığı da yüzde yüz evrenin güvencesi altında olsun istiyoruz. Olmayınca, aynı hızla yitiriyoruz inancımızı. Sanırım meseleyi getirip bağlamaya çalıştığım yer burası: Ne yaparsan yap, inancın sağlam değilse mutluluğun da pamuk ipliğine bağlı oluyor. Çünkü kendi varoluşuna bir açıklama getiremediği ölçüde mutsuzdur insan. İnanç sadece yaratım ve yaratıcıyla ilgili değil. Kendi özümüzle aramızdaki kordon bağıdır inanç. Beni bana, seni sana bağlayan bir kordon…
İşte bu kordon bağının niteliği belirliyor hayata nasıl tutunduğumuzu. Ne ilginçtir ki yaşadığımız zorluklarda, aştığımız sınavlarda, düşüp de kalkmayı bildiğimiz zamanlarda daha da sağlamlaşıyor o bağ. Gücümüzü sınadığımız her seferde kordonumuz da, inancımız da berraklaşıyor. İşte o zaman şükür duygusunu kalbinde duyduğu için şükrediyor insan, başına kötünün de kötüsünün gelmesinden korktuğu için değil. Her şeyin olması gerektiği gibi olduğuna dair derin bir biliş hissettiğin için kabule geçiyorsun, cezalandırılmaktan korktuğun için değil. Ve bir bütün olarak algıladığın varoluşu onurlandırmak için dua ediyorsun, Yaratıcı sadece seni ve sana benzeyenleri sakınıp saklasın diye değil.
Bana kalırsa işte böyle bir oluş halidir mutluluk. Her zaman olmuyor elbette ama günün büyük bölümünde hayata karışman ve iyisiyle kötüsüyle sıkı sıkı yapışman için gereken gücü veriyor sana. Bir insan demek bir dünya demektir: dört mevsim, cennet ve cehennem, yer ve gök, geçmiş ve gelecek, tüm zamanlar orada demektir. İnsan olarak arayışımız bu dünyanın içinde onurlu şekilde ayakta kalabilmek olsun. Bu günlerde ne ektiğinize dikkat edin: Duygu, düşünce, davranış kabilinden.
Ne ektiysek onu biçeceğimiz bir zamana ilerliyor yazgımız. Edenin ettiğinin yanına kalmayacağı günler var ufukta. Fakat yasa, kendimizce kötü bildiklerimiz için değil, hepimiz için geçerli. Bir yoklayalım bakalım içimizde neler neler bulacağız.