Nâzım’a yazılan mektuplar hâlâ kayıp
3 Haziran, Nâzım Hikmet’in “951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün/52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü” dediği ölümün, ölümünün 57. yılı
Saygıyla anıyorum.
Edebiyatçılar ürettiklerinin yanı sıra kendilerine yazılan -kimi zaman çok özel- mektuplarla da anılır.
Edebiyatçıların birbirleriyle mektuplaşmaları zaman zaman gönderenler ya da gönderilenler tarafından kitaplaştırılarak kamuoyuyla paylaşıldı.
Nâzım Hikmet, bu konuda en popüler isim.
Onun cezaevinden Kemal Tahir’e, Piraye’ye ve Memet Fuat’a yazdığı mektuplar yayımlanırken bu kişilerin ve diğer edebiyatçılarla siyasilerin; örneğin Hikmet Kıvılcımlı’nın, Orhan Kemal’in kendisine yazdığı mektuplar ortada yok.
Nâzım Hikmet kendisine yazılan mektupları saklanmamış mı?
Sakladığını söylüyor “şair.”
Nâzım, Kemal Tahir’e 17 Aralık 1942 tarihinde yazdığı mektupta şöyle demiş:
“Kemal kardeşim. Yine şirin şirin ateş püsküren mektuplarından birini aldım. Senin mektuplarını saklıyorum. Zaten bir seninkileri, bir de Pirayeler’inkini. Senin mektuplarından ve onunkilerden yakında istifade edeceğim. Görüyorsun ya artık her şeyden önce –buradaki her şey tabirinin nisbiliğini kaydederim- yazıcılık sanatının düşünen bir adamı oldum. O sanat için ve hakikati verebilmek maksadıyla en iyi dostumun ve karımın mektuplarını dahi laboratuarıma alıyorum.”(*)
Nâzım, mektubunda yazdıklarının aksine kendine gönderilen mektupları saklamadı ya da saklayamadı.
Peki neden?
Bu konuda “şair baba”yı pek suçlamamak gerek.
Cezaevi koşullarından mektupları saklamak zor olabilirdi.
Nâzım, belki kendine yazılan mektupları sakladı ama Bursa Cezaevi’nden çıkarken almayı unuttu.
Bulanlar da çoğu eski yazı olduğunu tahmin ettiğim mektupları kaldırıp attı.
Olamaz mı?
Elbette olur ama ortada bir gerçek var ki Nâzım Hikmet’e yazılan mektuplar hâlâ bulunamadı.
Peki ona yazılan mektuplar başka kişilerin ellerinde, örneğin kimi koleksiyonerlerin elinde olabilir mi?
Umut işte.
GÜNDEM VE MESLEK HAKKINDA BİR İKİ KELAM
Sizler, siz kendinizi bilmezler bizim moral motivasyonumuzu bozmak için mi görevlendirildiniz? Nedir bu sizin ikinci dalga merakınız? Ciddi misiniz, bizimle dalga mı geçiyorsunuz? Siyasetçisi ayrı yazar, gazetecisi ayrı yazar, kerameti kendilerinden menkul facebook mütefekkiri (!) ayrı yazar. Sonra nedir bizlerle alıp veremediğiniz? Unutmayın, bizler 40’lı 30’lu yaşlara geri dönmeyeceğiz ama sizler eninde sonunda bizim yaşlarımıza geleceksiniz. İnşallah o günlere gelinceye kadar bizim kuşağın yaşadıklarını yaşamazsınız, vesselam.
…….
1831'de yayımlanan ilk Türkçe gazete Takvim-i Vekayi'den bu yana Türkiye bayram günlerinde üç gün gazetesiz kaldı. Kurtuluş Savaşı'nda bile gazete yayınlanırken gazete patronlarının bu tavrı bırakın Türk basın tarihini, dünya basın tarihine geçti. Fırıncılar, şise sucular kapıma kadar ekmek, su getirip para kazanırken hangi ticari zekâ bu uygulamayı hayata geçirdi de gazetelerin-zaten olmayan- itibarını ayaklar atına serdi. Gazetesiz kalmamızın temelinde 1992 yılında o zamanki SABAH gazetesinin sahip ve yöneticileri Dinç Bilgin ve Zafer Mutlu'nun Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve yerel gazeteciler cemiyetlerinin dini bayramlarda yayımladıkları gazeteleri para hırsıyla dinamitlemesi yatıyor. Türkiye'yi üç gün gazetesiz bırakmanın ayıbı patronların ve onların güdümündeki GYY'lerin hanelerine kara leke olarak yazıldı.
,,,,,,,,
Türk basınının yüzde 60-70'i yazarıyla çizeriyle halkın etik ve moral değerleriyle kavgalıdır. Geri kalanının çoğunluğu da o değerleri korumak adına kendi kendileriyle kavgalıdır
………………..
(*) Nâzım Hikmet. Kemal Tahir’e Mapusaneden Mektuplar. Bilgi Yayınevi. Ankara. İkinci baskı. Haziran 1975.