NELER ÇEKTİM BEN / YORUM SİZİN
Söyleyen kimdi unuttum. “Gerçek benim inandığım şeye denir” diyordu. Doğru mu söylüyordu? Nasıl inanacağız, adamın neye inandığını bilmedikçe?
Herkes kendi inandığına giderse, yaşayan insan sayısı kadar gerçek doğar. Nasıl çıkılır işin içinden? İnsanların ortak gerçekleri olmadıkça, nasıl anlaşacaklar?
Ulusların içnde bile ortak gerçekler zor bulunuyor. Ülkeler arasında ise ortak gerçekler değil, ortak çıkarlar aranıyor. Birinin demokrasi dediğine diğeri bambaşka bir ad takıyor.
İyisimi biz işi fazla karıştırmadan, kısacık bir yurt dışı yolculuğa, düşte de olsa çıkalım da, bir “kısa zaman izlenimi” edinelim.
Bir Bedevi ilk defa Almanya’ya geldi. İki ay yaz tatili yapıp, Büyük Sahra’nın kenarındaki aşiretine döndü. Meraklılara anlatıyordu:
“Herhalde cennette bundan güzel hava olamaz. Haftalarca, hergün, saatlerce yağmur yağdı.”
(Yoksa gerçek tek de farklı olan “yorum”mu?)
Almanya’da küçük oğlan, babasına coğrafya dersini soruyordu: “Baba! Afrika ne taraftadır?” Adam “Bilmiyorum” demeyi onuruna yediremedi. Kafa işleterek cevap vermeye çalıştı.
“Ben de tam bilmiyorum ama, herhalde yakın bir yerde. Bizim şirkette bir zenci var. Her sabah işe bisikletle geliyor.”
Bir jeep koca kum çölünde inleyerek ilerliyordu… Heyet doğru yönde olduğuna da inanmıyordu. Bereket versin deve üstünde bir Bedevi’ye rastladılar. Sordular: “Ebu Fettah Vahası’na nasıl gidilir?” Bedevi tarif etti:
“Hiç direksiyon kırmadan dosdoğru gidin! Perşembe günü sola sapın.”
Üç Avrupalı kendi ana dillerinin yazma okuma farklılıklarını anlatıyorlardı. İngiliz: Empire yazıp Empaayr okuduklarını, Fransız: Bordeaux yazıpBordo okuduklarını anlattı. Alman ise (Bavyera’lıydı): “Biz buyurun ne arzu ediyorsunuz yazarız, heee deriz diye özetledi.
Oysa bizim dilimiz hepsinden kolaydır. En önemli şeyleri tek hece ile anlatırız. Yer, gök gibi. En ciddi organlarımız da tek hecelidir. Baş, kol, el gibi…
Üstelik hiç ses çıkartmadan işaretle anlattıklarımız için, başka dillerde kitap doldurulur da yetmez.
Helikopter turlarından birindeydi. Amerikalı turist grubuna Etna Yanardağı’nın alevleri gösterildi.Bir turist yanındakini dürtüp gösterdi: “Tıpkı cehennem gibi” İtalyan turist rehberi kafasını sallayarak şaşırdı:
“Ah bu Amerikalılar. Görmedikleri yer yok!”
Profesör sınava giren öğrenciye soruyordu: “Kristof Kolomb’un en büyük başarısı nedir?
“Amerika’ya vize almadan girebilmiş olmasıdır!”
Çocuk sordu: “Baba Amerikalılar uyurken ayaklarını neden masanın üzerine koyarlar?” Adam nedenini biliyordu:
“Ayakkabılarının altının delik olmadığını göstermek için. Yoksa banka kredisi alamıyorlar.”
Amerikan mahkemesinde bir trafik kazası duruşmasıydı. Sanık şoförün avukatı, davacıya soruyordu: “Şimdi vicdanınıza danışarak cevap veriniz. Kazadan sonra ben yaralı değilim diyen siz değil miydiniz?” “Evet ben söyledim. Ama neden söyledim? Ben atıma binmiş yol kenarında giderken bu kovboy otomobili ile bize çarpıp tarlaya fırlattı. Sonra koşup geldi. Atımın bacağı kırılmıştı. Onu bir kurşunla öldürdü. Sonra bana yaralı mısın? Dedi. Şimdi soruyorum sayın hakim ben ne cevap verebilirdim?”
Bu hafta da gülümseyerek başladık satırlara, gülümseyerek de noktayı koyalım ve gülümsemekten ayrılmayalım dileğimizi de iletelim.
İki Hint fakiri, yan yana çivili tahtaya yatmış, söyleşiyorlardı: “Bugün öğleden sonra ne yapacaksın?”
“Dişimi çektireceğim.”
“Ne uyanıksın! Hep zevkini düşünüyorsun…”