M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

İNSAN İNSANA EMANETTİR

ÖLSEK YÜZÜMÜZ YOK-1

Kiminin adını “teknoloji çağı” koyduğu ve benim gibi gaz lambasından bilgisayar çağına, oradan da bu çağa ışık hızıyla geçenlerin, “benim bu kirli çağda ne işim var?” diye zihinlerini patlattığı bu çağ; tam anlamıyla “ilgi ticareti” üzerine kurulu artık ve bu ticarette gariptir ki herkes ‘kendisine’ pazarlanıyor. 

Zira herkes, kendini “görünür” kılmak için ihtirasla vitrine çıkmak istiyor. 

Çünkü bilginin gücünü eline geçiren muktedirler, özellikle de elimizdeki ekranlar marifetiyle ve adeta şeytana rahmet okutan kurgularla; bizleri bulunduğumuz her ortamın ışığı olduğumuza inandırmaya çalışıyor ve yazık ki başarıyorlar da. 

Bu yüzden olsa gerek ki (başta kendi zavallı nefsim olmak üzere) birçoklarının kendini ispat ve beğendirme telaşıyla içine düştüğü bu eziklik girdabında; her birimiz, kendini “ışık kaynağı” sanmaya başladığı gibi, kendisini “ışığın ta kendisi” sananlar da bir idrak yolları enfeksiyonu ile hızla artıyor.

Bakın halimize!

Bilginin diploma mühründen kurtulması ile bugün hemen herkes; kendisini herkesten farklı, herkesten başka, herkesten akıllı, herkesten dolu, herkesten haklı, herkesten ilerde, herkesten doğru zannediyor! 

Yüzyıllar boyunca insanlık tarihine hükmetmiş ecdadın hakikati sadece bir tane idi, torunlarının ise bugün artık sadece egolarını tokuşturduğu “kişi sayısınca” hakikati var. 

Onlar kaybettiklerini hatırladıkça ellerindekine daha bir sıkı sarılırdı, bizim kaybetmek gibi bir korkumuz dahi kalmadı. 

Çünkü ruhlarımızın kapı ve pencereleri ardına kadar açık ve bu sayede de açık bırakılmış her aralıktan, enformasyon sağanağı ile bize ait olmayan yığınla “yabancı madde” giriyor.

Sizi bilmiyorum ama benim zihin torbamda; bugün karşısında olduğumuz şeyin yarın yanında, bugün yakınında olduğumuz şeyin bir sonraki gün uzağında olabilmemizin de bu kadar zeminsiz ve tarifsiz olabilmemizin de başka bir sebebi yok.

Maruz kaldığımız algı operasyonları ve toplum mühendislikleri ile kendimizden, fikirlerimizden, kanaat ve yargılarımızdan o kadar eminiz ki, bırakın bu acıklı manzarayı veya bu idrak körelmesinin sebep olduğu zihniyet uyuşmasını görmeyi; İlahi kelamın “umut kesen” olarak tarif ettiği İblis ’in zafer sancağını diktiği gönüllerimiz, sadece “umutsuzluk ve bezginlik” kokuyor. 

Umutsuzluk kokuyoruz evet. 

Zira sanal alemdeki bütün duyarlı insanlık atraksiyonları, hissiyat ve hassasiyet birliğimizi yok ederek, gerçek yaşamın somut ihtiyaçlarından rol çalıyor. 

Çünkü kafamızı telefonlara, bilgisayarlara, televizyonlara gömmüş durumda debeleniyoruz ve bu uyuşma hali, bizi gerçek yaşamımızda her an var olan ve sürekli bir değişim içinde olan yaşam denen ilahi mucizeye tutunmaktan alıkoyuyor. 

 (Devam edecek)

<