M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

İNSAN İNSANA EMANETTİR

ÖLSEK YÜZÜMÜZ YOK-2

Yazık ki gönüllü bir körleşme içinde başımızı kilitlendiğimiz ekranlardan kaldırıp bakmıyoruz ama mevsimler gelip geçiyor; ağaçlar yeşerip açıyor, başaklar dolup boşalıyor; tüm kâinat her saniye sayılamaz güzelliklerle kulaklarımıza hakikati fısıldıyor ve işin en acı tarafı da gerçek yaşamlarımıza ait dağ gibi biriken problemlerimiz, herhangi bir çarenin ucundan tutabilen gerçek insanları bekliyor. 

Düşünmeden, üretmeden, çare aramadan, gerçeklerle yüzleşmeden yaşadığımız için de ömürlerimizi şikâyet ederek umutsuzluk içinde geçirmeye mahkûm hale geliyoruz.

Bakın yaşamlarımıza!

Geçimlerimiz kolaylaştıkça geçimsizliklerimiz artıyor.  Çünkü manevi yükselme değil “maddi kalkınmayı” önceliyoruz. Bırakın artık bir mahalleyi veya apartmanı; aynı evin içinde yaşayan anne, baba ve çocukların dahi aidiyet bağları kopmuş veya çoğunlukla zayıflamış durumda. 

Ulaşım kolay ve hızlı hale geldikçe, kalplerimiz arasındaki mesafe artıyor. İletişim olanakları arttıkça hep konuştuğumuz için dilimiz kulaklarımızı sağırlaştırıyor. Birbirimizi anlamanın dilini hızla unuttuğumuz için farklı bir ses, hatta haklı bir itiraza dahi tahammülümüz kalmıyor. 

Üstelik bu kadarla da sınırlı değil!

Çevreye karşı duyarlılığımızı göstermek için, kullandıkları fazladan enerji sebebiyle çevreyi birinci dereceden tahrip eden teknolojik araçları kullanıyoruz. İsrafa karşı bilinç oluşturmak için yaptığımız şeylerle bile israfa yol açıyoruz. Eğitim adına sözüm ona gelecek adına kurguladığımız planlarla çocuklarımızı test çözen ama hayatın realitesinden zerre kadar haberi olmayan birer robota dönüştürdük. 

Günün getirdiklerinden haberdar olmak için gösterdiğimiz orantısız çaba ve başımızdan aşağı yağan yedi yirmi dört enformasyon sağanağı; bizi giderek kadim değerlerimizi idrak etmeye, onları yaşamaya, hâl dilimizle başka yüreklere taşımaya vakit ayıramaz hale getirdi. 

Hepimizin omuz verdiği, inandığını iddia ettiği bir davası var belki ama o dava ne olursa olsun hiçbirimizi içine düştüğümüz aynılaşmanın dışına çıkarmıyor. Çünkü yanlış istikamete gidip birbirimizi doğru yola çağırdığımızı sanıyoruz. 

Lafın kısası; bu çağ, sırtını karanlığa dayayıp dostluğun bedelini ödemekten kaçınanların; insan öldürme yarışı içinde olanların insanlık dersi verdiği; karakışı dondurucu soğuklarda sokaklarda geçirmek zorunda olanların derdini, saray yavrusu evlerindeki sıcak odalarda “dijital dokunuşlar” vasıtasıyla sözüm ona paylaşmaya çalıştığı; üzerine bombalar yağdırılan çaresiz çocukların kişi başına düşen utancını, azıcık hafifletebilmek için zalimleri yine “dijital ortamda” sözüm ona sözleriyle yaraladığı ve en nihayetinde kendi gemisini kurtarmak için limanı ateşe vermekten zerrece ürkmeyenlerin, celladına aşık olmakla yetinmeyip onunla iş tutanların, menfaatleri dinleri haline gelmişlerin çağı.

 (Devam edecek)

<