M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

İNSAN İNSANA EMANETTİR

ÖLSEK YÜZÜMÜZ YOK-3

Hal bu olunca da bu sancılarla kıvrananların çabası, hamlesi, fedakârlığı sıfırla çarpılıyor ki sırf bu yüzden büyüyemiyor, artmıyor, genişlemiyor, derinleşmiyor, zenginleşemiyoruz. 

Çünkü üç yüz yılı aşkın bir süredir örgütlü kötülüğün tahakkümünde olan bir coğrafyanın evlatları olarak kâğıda simit çizip martı doyurduğumuzu sanıyoruz. Bu yüzden de olayların seyrini değiştirmeye, insanlığımızı pekiştirmeye ne sözümüz ne de gücümüz yetmiyor artık.

Yani ariflerin deyimiyle ölsek yüzümüz yok, yaşasak sabrımız!

Sizi bilmiyorum ama dünya hayatının “geçici bir oyun ve eğlenceden başka bir şey olmadığını” ısrarla benliğimize fısıldayan ilahi hitaba rağmen yaşı yetmişe dayanmış olanların “yaşlanmayı geciktirici çareler” peşinde koşarak gelecek planları yapabildiği bu ihtirasın girdabında boğulanları ben anlayamıyorum

Olası bir aksaklığı veya beşerî bir kusuru görüp; onu, muhatap aldığı kişinin tek gerçeği imiş gibi ısrarla anons edenleri ben kavrayamıyorum.

Davranışları sert, konuşmaları kırıcı, tavırları rencide edici olanların dillerinden düşürmedikleri merhamet, sevgi ve adalet sözcüklerini inandırıcı ve samimi bulamıyorum.

Konforlu bir hayata ulaşmak adına gece gündüz çalışan ama buna rağmen kendi içinden çıkıp kendine bakmak için bir on dakika vakit ayıramayan insanların, geceleri saatlerce ipe sapa gelmez dizilerde başkalarının hayatını izlemesi; elindeki ekranlarla gerçek yaşamın sorunlarına katkı yaptığını sanması ve ortaya konan klavye savaşları; sözüm ona akla en çok yatırım yapılan bir çağda bana akıl tutulması olarak geliyor. 

Bu yüzden olsa gerek; toplumsal yapımızla nasıl oynandığını, ruh köklerimizin nasıl tahrip edildiğini ısrarla ve yılmadan işlemeye çalışıyor; bununla birlikte cılız çağrılarımı bu kadim coğrafyanın aslını hiç unutmayan, ruh köklerine sıkı sıkı bağlı, hep bir güçlenme gayreti içinde olan ve derin bilincini işaret eden halk irfanıyla besliyorum. 

Çünkü; merhametsiz büyümenin ağaçları, yeşil alanları ve serin boşlukları birer ikişer yuttuğu; aynı olmamanın “ayrı olmak” olarak yorumlandığı, en haksız kimselerin bile kendine göre haklı gerekçeler sunabildiği; nice alçak işlere “yüksek ideal” kılıfının giydirilebildiği; kutsalların neredeyse her kişi ve toplumun zevk ve fikrine göre şekillendirildiği; insan denen varlığın kendi içindeki ilahi teraziyi dahi nefsine yonttuğu bu sisli iklimde; bu toplumun diri kalması ve geleceğe hitap edebilmesi için bu halk irfanı diri kalmak, diri tutulmak zorunda. 

Fark ve dert etmeliyiz ki artık bu çağ hak ile bâtıl arasındaki amansız mücadelede namaz ve orucu neyi bozduğunu sorgulamanın çağı değil; yalanın, gıybetin, iftiranın, fesadın, hasedin, kindarlığın, bozgunculuğun, gammazlığın, madrabazlığın, laf taşımanın, ona buna çakmanın, şunu bunu yargılamanın, ötekine berikine kötü sıfatlar takmanın insanlığımızı ne kadar bozduğunu sorgulamanın ve bu sorguyu yüreğine yük etmenin çağı.

(Devam edecek)

<