ÖMRÜMÜN BESMELESİ (1)
Yalnızlığın tozunu alırken harfleri çalınmış ömrümün beyazları kirletilmiş bir zamanında çıktı karşıma, derinliklerinde kaybolduğum hüzün kokulu gözlerin. Kürek olup toprak atmak istiyorum adadığım ömrüme uykusuzluğumda yitirdiğim sevinçlerimi yeniden yeşertmek için; sinemde taşıdığım o virane kenti inşa etsin diye gözlerin. Söylesene bana yürek ağrım, neresine düşer huzur; şu yorgun ve bezgin ruhumuzun.
Hırpalanmış bulutların yorgun yağmurları kadar ıslak gözlerim iyi bilir uzakların yurdu olmadığını, bir kartalın pençesinde can çekişen avın yakarışlarıyla kanarken hayallerim.
Ölümün en çok bizi beğendiği ömür sayfamın rüyası değişir mi dersin ömrümün vuslatı şehirlerin egsoz kokusundan uzak tertemiz bir sakinlikte yüreğimin tek gözlü şatosuna işlerken ilmek ilmek kokunu.
Sözcüklerin ağrılı elbisesini giyip çıkarıyor durmadan yüreğim bir parça ekmeği bölerken geceye; geçmişim geleceği kovalarken bu kadim yaranın içinde ve zaman, nakavt yumruğu yemiş bir boksörün rakibe sarıldığı gibi yorgun duruyor bedenimde.
Yan yana uzanmış yaralarımızdan tanışırken seninle; yetim kalmış bir ezgi sarılıyor dilime kederin nabzı kaç atar diye haykırır yüreğim, dizginlenemeyen beygir gücü ile kişnerken ömrümüze.
İstemem o acılı yaslar düşmesin artık aynalarıma, ayrılık türküleri mırıldanmasın yorgun yüreğim; bakışların kılıç çekmesin yaralarıma. Mavisini eskitmiş ömür semamda derisini atamamış yılanlar ısırmasın acılarımı...
Parmak izimi taşıyan kaçak harflerde ömrüme tırmanırken o hüzün kokulu gözlerin, içime akan gizli tünellerin kaçakçıları, zamanı fısıldıyor kulaklarıma; şifresi kayıp vakitlerin dehlizinde kulaç atarken ruhum. Mutluluk resmimizi çiziyor gözlerine ve gölgeler iniyor ömrüme yabancı olduğum her harfinden belli olan sevdamı haykırırken tutsak yüreğim.
Say ki...
Bir iftar anında susuzluğumun ateşine dermandı varlığın. Bir seher vakti okunan lahuti sedanın yanağımda bıraktığı iki damla yaşla semaya uzanan bir dua belki de... Soluk renkli yürek ülkemin bahar mevsimi, cebimdeki yenilgilerimin ilahi terennümü. Ömrümün yangın yerinde makyajı bozuk hayatımın yetimliğine bir isyan beni kimsesizliğimden yakalayan, kim bilir...
Say ki…
Sıcak bir yaz günü serin ırmaklara dalar gibi titrerken birbirimize cümlesi yasaklı kitaplar gibi ay girmiş düşüme, zaman sarkmış, tarih unutmuş notunu. Uzun bir cümle olmuşsun sol yanıma noktası sonsuzluğa uzanan. Gözlerinin vuslatında ezilen kelimeler kelime-i şehadet gibi tekrarına düşürmüş beni her an sana olan sevdamı tazeleyen...
Ne gönlümün kıyısındaki benzi solmuş harflerim, ne de suya yansımış mırıldanmalarım direnmiyor artık makas izlerini taşıyan zamana. Kodlanmış vakitlerde genlerimde dolaşan dervişlerin feryatlarında, gözden kaybolurken sana kurduğum köprüler adını hiç duymadığım sevda ülkesinde yarı çıplak kahkahalar yankılanıyor zihnimin duvarlarında. Gece olunca ilhamla sevişen harflerimin, binlerce cümleye gebe boynunu bükük bırakıp vazgeçiyorum herşeyden, adın düşünce ömrümün vuslatına.
Hayatıma bir yudum huzur ısmarlıyorum kaybolurken hüzün kokan gözlerinin uzayan yetimliğinde, iki dudağının arasına sıkışıp kalan ömrümle seyrederken kendi gökyüzümden geceyi.
(Devamı yarın)