M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

İNSAN İNSANA EMANETTİR

ORTAK AKIL ZORUNLULUĞU (1)

Yer Bedir kuyuları. Bundan 1500 küsur yıl öncesi. 

Müşriklerin hazırladıkları orduya karşılık savunma konumuna geçen Alemlere rahmet olan ve sahabe Bedir Kuyuları’nın etrafında karargâh kurmuşlar. Henüz otuzlu yaşlarda olan Hubab bin Munzir (ra.) adında bir sahabe Alemlere rahmet olanın çadırına izin isteyerek giriyor ve “bizi bu kuyuların etrafında toplayan emir vahye mi aittir, yoksa senin fikrin midir ey Allah’ın Resulü?” diye soruyor. “Benim fikrim” cevabını alınca da bu genç sahabe, karargâhın müşriklere en yakın kuyunun yanına kurulması gerektiğini ve diğer su kuyularının da kapatılması gerektiği fikrini savunuyor. 

Yapılan istişarede bu genç sahabenin fikri, Alemlere rahmet olanın da hoşuna gidiyor ve karargâh en yakın kuyunun yanına kurularak diğer kuyular kapatılıyor ve Bedir zaferle sonuçlanıyor.

Nebevi ahlâkın en önemli nişanelerinden biri olan “istişare” ahlâkının güzel bir örneği olan bu yaşanmışlıkta dikkatinizi çekti mi bilmiyorum! 

Ama Alemlere rahmet olan, “hooop, sen kimsin de bana gelmiş akıl veriyorsun? Ben Allah’tan vahiy alan bir peygamberim! Kararlarımı sana mı danışacağım? Siz kim benim verdiğim kararları tartışmak kim” demiyor! 

Aksine ısrarla “ben de sizin gibi bir beşerim, hata yapabilirim!” imajını hep canlı tuttuğu için otuzlu yaşlarda bir sahabenin ortaya attığı fikre, ruhunun ve zihninin pencerelerini açık tutarak; yönetimin hükmetmek değil, istişare ahlakıyla en doğruya ulaşarak hizmet etmek olduğu fikrinin altını aldığı kararlarla imzalıyor.

Geçmişin, zamanımızın kalbine fısıldadığı bu yaşanmışlığı alıp günümüze kodlayalım;

Ülkenin her tarafı ama sabotaj, ama doğal sonuçlar, ama kasıt, ama ihmallerle cayır cayır yanıyor. Bir diğer cephede ciddi bir mülteci istilası altındayız. Başka bir cephede her gün şiddet haberleri, öfke ve nefretin sebep olduğu sahneler; gözümüze hatta benliğimize durup dinlenmek bilmeyen bir enformasyon sağanağı ile çarpıyor. 

Sosyal medyada birbirini “öteki” ilan eden ve bu ötekileştirme üzerinden dudaklarının kenarından sızan kardeş kanlarını görmeksizin, kelimelerle katleden muazzam bir kalabalık harfleri kılıç kalkan kuşanmış birbirini haklamakla meşgul. 

Tevazu peçeli kibrimiz, ihlas libaslı riyamız, zekâ kılıklı üçkâğıtçılığımız, uyanıklık suretli dalaveremiz; kulluğu ibadetten ibaret zannedişimizle kendimize, fikrimize, insanımıza, tarihimize, coğrafyamıza, değerlerimize ve en önemlisi de insan yanımıza düşman oluş serüvenimiz sarf edilen her kelime; öfke ve nefret kusan her hitapla daha da hızlanıyor.

Ancak sadece bu kadarla değil tablo. 

Karanlık eller; toplumu ayrıştırmak, bölmek, gruplara ayırmak adına ekilen fitne tohumlarını fesad ağaçlarına dönüştürmek için tarih boyunca belki de görülmemiş bir mesai ile canla başla didiniyor. Onların bu canhıraş mesaileri yoğunlaştıkça da tarlalarımız nemli olduğu için ektikleri fitne tohumları anında birer fesat ağacına dönüşüyor ve biz yeşeren her fesat ağacı ile bizi insan kılan meziyetlerimizi de kaybediyoruz yavaş yavaş.

Lafın kısası, herkesin kötüsü “bir başkası” olduğu için, toplumsal olarak kolektif kibrimizin, kitlesel kayıtsızlığımızın, ölçüsüz tutumlarımızın, düşüncesiz kararlarımızın, salgın gibi yayılan narsizm ve bencilliğimizin, idrak yetimliğimiz ve tüketim hırsımızın bedeli zorlu bir süreçten geçiyoruz ve insan denen varlık tüm şefkat tokatlarına ve tüm ikazlara rağmen, “birbirine emanet edildiği” bir eko sistem içinde hem kendi varlığına hem de ona secde ettirilen kâinata edebiyatın kifayetsiz kaldığı bir ihanet içinde yaşam sürmeye devam ediyor. 

Peki asıl sebep ne?

İnsanlığın kendini kemirme süreci olarak gördüğüm bu zaman diliminde sığındığımız uyuşmalardan, fanatiği haline geldiğimiz taraftarlıklarımızdan elimizi eteğimizi çekip, canımızı yakacak bir zihin ve kalp berraklığına kendimizi teslim edebilir miyiz veya bu derece zıvanasından çıkmış zihinler, yanaşır mı böyle ağır bir bedeli ödemeye bilmiyorum

Ama bugünkü tablonun bence iki sebebi var; 

İlki ve bence en önemlisi üzerimizden bir türlü çıkarıp atamadığımız “taraftarlık” gömleğimiz. İkincisi ise elindeki birkaç kırıntılık malumatla hemen her alanda devasa fikirler bina edebilen mütefekkirlerimiz(!).

(Devam edecek)

<