M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

İNSAN İNSANA EMANETTİR

ORTAK AKIL ZORUNLULUĞU (2)

Yazmıştım ve sanırım bu konuyu ısrarla yazmaya da işlemeye de devam edeceğim;

Arz ettiğim gibi ilk ve en önemli karın ağrımız, “taraftarlık!”

Hepimiz değilse bile toplumun azımsanmayacak kadar büyük bir kesimi sorunları başkası üretiyor, biz de o sorunların mağduruymuşuz gibi düşünüyor ve ona göre hareket ediyoruz. 

Algılarımızın tahtına oturan medya krallığının sayesinde hangi fikir, ideoloji ve düşünceye sahip olursa olsun artık hemen her ferdimiz, bir ‘idrak yolları enfeksiyonu’ ile ufacık bir yanlışı eleştireni “hain”, bir tehlikeyi dillendireni “fetbaz”, kendisi gibi düşünmeyeni veya onun tekeline aldığını sandığı doğrularıyla hareket etmeyeni “işe yaramaz” addederek ötekileştiriyor. ‘Öteki’nin iyiliğini, kurtuluşunu kendisine benzemesi, onun istediği gibi fikretmesi şartına bağlayarak üstelik. 

Hangi taraf, düşünce, fikir olursa olsun her taraf kendini en iyi, en doğru, en güzel ilan etmiş durumda ve bu yüzden “öteki” ilan ettikleri de hep hatalı, kusurlu,günahkâr,bilinçsiz, ahlâksız, cahil. Az buçuk görüp çok buçuk hükümler verilen bir toplumda da doğal olarak herkes bir başkasının sağırı, kendisine benzemeyenin körü.

“Taraf olma” duygusu bizi o kadar esir almış durumda ki, fiili değil faili merkeze alan bakışlarımıza sadece duyduklarımızı tercüman kılarak; ilkeler yerine ilişkileri önemseyerek,  ne söylediğimizden ziyade neden söylediğimiz ve en önemlisi de hangi tarafa söylediğimiz odak noktası haline geldi. 

Konu ne olursa olsun olan bitenin “duygu”su bizi tatmin ettiği için “bilgi”sini sorgulamıyoruz bile. Zira manayı ve hikmeti aramak yerine imajlarla yetinen, hipnotik sözcüklerle duygulanıp sloganik cümlelerle düşünen bir toplum haline geldik. 

Bu yüzden de söz konusu bu mümbit coğrafya ve ortak yaşam alanlarımız olsa dahi, kurduğumuz duygusal, sosyo-ekonomik, ideolojik veya kimliksel ilişkilerimizden bağımsız bir şekilde doğruya doğru eğriye eğri diyemez hale geldik. 

Benden olan, benim gibi düşünen, istediğim gibi davranan kötü olsa bile iyidir; benden olmayan, benim gibi düşünmeyen, istediğim gibi davranmayan iyi olsa bile kötüdür” anlayışı üzerine bina ettiğimiz fikir dünyamız; bizden olan kötüleri bile bizden uzaklaştırırken, bizden olmayanları da bize iyice düşman edip hasım haline getirdi. 

Ancak bu sadece bir kesim için değil, emin olun ki gördüğüm ve algıladığım kadarıyla her kesim için böyle. Görünen o ki olmaya da devam edecek.

Öyle olmasa kendimizi aynı coğrafyada yaşadığımız, aynı ortak paydalar etrafında buluştuğumuz, aynı acılarla hemdem olduğumuz, aynı sevinçle sürura erdiğimiz; hatta ezici bir çoğunlukla aynı Rabbe iman ettiğimiz, aynı kıbleye döndüğümüz, aynı manevi mirasa sahip olduğumuz halde, “öteki” bellediklerimizin aynasında aklamaya çalışır mıydık?

Sağ-sol, Türk-Kürt, dindar-laik; hatta bin küsur yıllık Alevi-Sünni, Ehl-i Sünnet-Şia sürtüşmesinin temel nedeni de; toplumdaki bütün zıtlaşmaların, inatlaşmaların, kavgaların, düşmanlıkların; kan, kin ve nefret olaylarının arkasında yatan tek kavram “taraftarlık” değil mi sizce de?

Bugün aynı cemaate, tarikata, fikriyata sahip olmayanların camileri bile farklı artık farkında mısınız? Bir toplum için bu kadar uç ve bu kadar keskin ayrışmalardan daha büyük bela, daha büyük musibet olur mu bilmiyorum!

Tarih ve güncel şahit ki; dinsel, mezhepsel, ırksal ve siyasal etiketlerimizden kurtulup “düz insan” olmaya çalışmadıkça; aynı gemide olduğumuzun farkına varıp kenetlenmedikçe, birbirimizi yiyip bitirdiğimiz bu anlamsız ve mantıksız zıtlaşmalardan, kavgalardan, düşmanlıklardan; kan, kin ve nefret ortamından kurtulmamız mümkün değildir!

İkinci sebep ise “liyakatsizlik!”

Bu üzerinde ciltler dolusu kitaplar yazılacak bir konu olsa da, ben “liyakat” konusunu gündemimize endekslemek adına sadece mevcut tablo ile sınırlı tutmaya çalışacağım.

Ülkemize ait resmi istatistikler irdelendiğinde bile, her bin kişiden sadece iki kişinin düzenli kitap okuduğu; okumayanların ise ya okuduğu üç beş kitabın önsözü, ya ordan burdan (ç)aldığı malumat kırıntıları ya da Google’dan apardıkları ile başımızdan aşağı bu kırıntıları bilgi diye boca ettiği bu çağda (hep arz ettiğim gibi) herkes herşeyi biliyor. 

Zilletin tevazu, sünepeliğin ise tevekkül etiketi ile pazarlandığı, hemen herkesin hemen her şeyden şikayetçi olduğu, ama bu şikâyet furyasına rağmen kimsenin hiçbir şey yapmak için çaba göstermediği ve eskilerin “kanaat” olarak adlandırdıkları kavramın yerinde yeller estiği puslu bir çağın göğsünden süt emiyoruz hepimiz. 

(Devam edecek)

<