M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

İNSAN İNSANA EMANETTİR

ORUÇ BİZİ TUTSUN-2

Defalarca yazılıp çizilmiş, azıcık kitap okuyan, ilmihal bilgisine az çok vâkıf, insanlık ve dolayısıyla Müslümanlığının iyi kötü hakkını verme gayreti içindeki her insan için asla yeni bir tarafı olmayan; ihtilaflı halleriyle bile fıkhi olarak ayrı ayrı karara bağlanmış bir takım istisnai problemleri her Ramazan ayında ısıtarak ortaya sürüp reyting uğruna nemalanan veya Ramazan ayı münasebetiyle, "din" vatandaşın gündemindeki ilk konu haline gelince mecbur kalan medyanın yine reyting uğruna dinin algılanış biçimini tahrip edecek seviyede hareket edip, dini meselelerin içinden "flaş" etkisi uyandıracak başlıklar aramasını saymayacağım bile. 

Ayrıca medyanın bu algı operasyonuna alet olarak, zamane insanına sözüm ona portatif bir din paketi denkleştirmeye çalışan ve ekran ekran dolaşıp, vatandaşın başından aşağı din başlığı altında menkıbe boca eden zamane ulemasına sükunetin onlardan daha aydınlatıcı olduğunu söylemeye bile gerek duymuyorum. 

Pek tabi ki ekranlarda boy gösteren ulemanın niyetini okumak gibi bir gaflet içinde değilim ama insanları oruca sözüm ona motive etmek için ortaya konan bütün bu faaliyetler, bugün özellikle medya marifetiyle o kadar bulandırılıyor ki; farz olduğu “ayet” ile sabit olan oruç ile ilgili idrakimiz de kanaatlerimiz de kültürümüz de değişiyor.

Kabul edip görmek istemesek de bugün öyle bir noktaya geldi veya getirildi ki bu iş; daha Ramazan ayı başlamadan, orucun insanlar için ne kadar büyük kişisel, bedensel, toplumsal faydaları olduğuna dair onlarca ikna çabasına muhatap olmuş durumdayız. 

Üstelik algı yönetimini elinde tutan medyanın verdiği zarar, bu kadarla da sınırlı değil!

Zira Ramazan ayı boyunca ekranlardan nerdeyse kuş sütü eksik sofralar ve lüks yemek ayinlerinin süslediği reklamlar; maneviyatı önemseyen insanları hedef tahtasına koyduğu için olsa gerek, tüm reklamlar “konfor”, “ayrıcalık”, “seçkin” gibi pek çok kavramın destursuzca kullanıldığı bir arenaya dönmüş durumda.  

Çünkü bu reklamlarda sanki Ramazan bir ekonomik fuar süreci, bir kültür festivali olarak sunuluyor. Oruç bir sağlık kürü ya da bir beslenme disiplini, ibadetler ise bir sportif imkân gibi algılatılıyor.

Maneviyat odaklı unsurların, tüketim kültürüne bu kadar kolay malzeme yapılması elbette kabul edilemez ama yazık ki bu tablo zihin ve yaşam konforlarımızı beslediği için hiçbirimizin gıkı çıkmıyor. 

Durum bu olunca da nefsi tezkiye edip tutabilmenin; yeryüzündeki açlar ile toklar, zengin ile fakir arasındaki uçurumu yok etmenin gayesiyle emredilen; sabrın, paylaşımın, nefsimizi dünya zevk ve lezzetlerinden koparıp dizginlemenin, dünyevi iştah ve ihtiraslardan arınarak hakikate yönelmenin iklimi olması gereken Ramazan, bu vesile ile yiyip içip keyfe bakmanın, (hatta muhafazakâr sınıfın son dönemde sınıf atlaması ile) yazık ki sınıfsal gösterişin malzemesi haline getiriliyor.

Bu sayede de Ramazan ayı gibi kutlu bir zaman dilimi; sofra donatma, restoran dolaşma gibi ölçüsü epeyce kaçmış bir tıkınma histerisine dönüşüyor. 

Tam da bu noktada sormak lazım;

“Elimde bir ekmek, yanımda bir yoksul varsa, o ekmeğin yarısı bana haramdır” diyen bir ecdadın torunlarının üzerinde tepindiği ve emanet aldığı manevi miras nasıl bu kadar çabuk kayboldu?

Peki gerek gözümüzün önündeki ekranlar ve gerekse de artık yaşamlarımızın yazık ki bir parçası haline gelen sosyal medya marifetiyle herkesin kendi doğrularını nasibi ve idrakince parlattığı orucun, insanlara her köşe başında gözümüze sokulan (yukarda kısaca arz etmeye çalıştığım) faydaları olmasa oruç tutmayacak mıydık?

(Devam edecek)

<