OSMANLI KENT KÜLTÜRÜNDE OKUYAN

Osmanlı gündelik yaşamında kentlerin her alanını denetleyen Osmanlı yönetimi, edebiyat alanında çok küçük bir rol oynuyor der Suraiya Faroqhi. Ama buna rağmen yine de 16. ve 17. Yüzyıllarda din bilginleri ve şairlerin yazdıkları kitaplar ya da şiirler nedeniyle cezalandırıldıklarını, idam edildiklerini görebiliyoruz. Bunun halk arasında en bilineni Pir Sultan Abdal’dır.

Az sayıda kitabın üretildiği bir çağda resmi bir sansür kurumu yoktu. Sınırlı bir okur çevresine ulaşabilen kitaplar genelde tek nüsha olarak kalır, çoğaltılamazdı. Pek çok kişi, medreselerdeki eğitimli ulema için ya da saraydakiler için değil, kendisi veya çevresindeki yakın eş dost akrabaları için yazarlardı. Cemal Kafadar bunun sonucu olarak, gündelik yaşamın içinden çıkan bu edebiyat ürünlerinin kendine özgü bir samimiyetinin ve çekiciliğinin olduğunun altını çizer.

Küçük bir okur çevresi için yazanların yararlanabildiği en önemli kurum ise dergahlardı. Bu imarlar, gençlerin yazılı kültürle ilişki kurmalarına olanak sağlıyordu. İlgilenenler bu dergahların mevcut kütüphanelerini kullanabilir, derslere devam ederlerdi. Buralarda edebiyat metinlerinin yüksek sesle okunduğu toplantılar da yapılırdı. Bu toplantılarda sadece erkek dinleyiciler yer almaz kadınlar da bulunurdu. Tasavvuf insanların kendilerinden söz etmelerini, rüyalarını anlatmalarını hoş karşılayan açık bir düşünce yapısıydı. Dolayısıyla okuma, yazma hikaye etme gibi edebiyat sanatlarının dergahlarla çok yakın bir bağlantısı vardı. Suraiya hocanın bu tespiti tasavvuf tarihi araştırmalarımız açısından özel bir iltifata tabi tutulmalıdır.

Eğitim konusunda ise, kent nüfusunun ne kadarı okur yazar bilemiyoruz. Ama yüksek saraylı kültürün haricindeki halk kültürüne mensup kişilerin çok azının okuma yazma bildiğini düşünmek yanlıştır. Kentlerde masrafları bireyler ya da hayır kurumlarınca karşılanan çok sayıda sıbyan mektebi vardı. Bu mekteplerde erkek ve kız çocukları okuma yazma ve Kuran okumayı öğrenirlerdi. Bu mekteplerin temel hedefi din eğitimiydi.

Temel eğitimi tamamlayanlardan sadece küçük bir bölümü daha sonra medreseye devam etmiş, orada şeriatı Arapça olarak öğrenebilmiş ve din bilgileri edinebilmişti. Farsça öğrenmeye gelince, onun eğitimini alabilenler özel derslere maddi gücü yetenlerdi. Ve sayıları çok daha azdı. Farsça hem edebiyat alanında yetişmek için gerekliydi hem de eksiksiz Osmanlıca bilgisine sahip olmanın ilk adımı sayılırdı. Çünkü edebi Osmanlıca kültürlü insanların bile gündelik konuşmalarında pek kullanmadıkları birçok alıntı sözcükten ve Farsça

kalıplardan oluşan bir dildi.

 

 

[1] Faroqhi*

<