PADİŞAH
Ben ilkokuldayken müfredatımıza serpiştirilmiş tarih derslerinde “cumhuriyet” yüceltilirken , eski rejim yerden yere vuruluyor, “padişahlık “ ayaklar altına alınıyordu.
Okul kitaplarımızda son padişah Vahdettin “hain” di. Bir İngiliz muhribine binerek ülkeden kaçtığı yazılı idi.
Biz ilkokul çocukları okulda dünyaya gözlerimizi kötülenen geçmişimizle açıyorduk. Padişahlık yerden yere vuruluyor, yeni rejim ise bigünah bir yavru gibi kutsanıyordu.
Çocukluk yıllarım, İkinci Dünya Savaşı’nın henüz sona erdiği ellili yılların başına denk geliyor…
O yıllarda dünyanın yeni hakimi ABD , bir yandan ıskartaya çıkarılmış türlü silah,külahıyla Moskof keferesine karşı ülkemize silah yığınağı yapıyor, diğer yandan okullarda bizlere süttozu içiriyor,evlerimize margarin servisi yapıyordu.
Sinemalarımızda vahşilik yapan kızılderilileri, karaderilileri uygun yöntemlerle medenileştirdiğini gösteriyordu. Amerikan hayat tarzı görülmeye değerdi. Orada ana, baba ve küçük çocuktan ibaretmiş. Onların ailelerinde amca, dayı, dede, teyze yokmuş. Her yer süt liman, hayat toz pembe imiş…
Amerikan rüyamız o yıllarda başlamıştı.
O yıllarda okullarda bir yandan yerli malı haftası yapılıyor, bir yandan da gavur mallarının kalitesi övüle övüle bitirilemiyordu.
Yeni Cumhuriyetimiz el bebek gül bebek geliştirilmeye çalıştırılsın, bizim evlerde bambaşka bir hayat yaşanıyordu.
Babam mensucat fabrikasında çalışıyordu. İki göz odada ablam, ben , annem, babam ve nenem yaşıyordu.
Hayat pahalıydı. Ücreti düşüktü. Nadiren giydiği üzerine bol gelen tek takımını babam bit pazarından almıştı. Anam, nenem kara kareli çarşaf giyiniyordu.
Ben doğduktan kısa bir müddet sonra rahmete gitmiş olan dedem, Yeni cami önünde köşgerlik yapıyormuş. Fakir ama vakarlı ,dürüst , çalışkan, karakter sahibi olan bir adammış .
Rahmetli dedemin Cumhuriyetin memurlarıyla hayli problemi olmuş. Yeni cumhuriyetin “ye kürküm ye “ zihniyetiyle yetiştirilmiş memurları üstü başı yamalı , bir bacağı felç diye bayağı itip kakmışlar, üzmüşler.
Bu yüzden biricik oğlunun okuyup memur olmasını istememiş. Okuyup insanları , ailesini horlamasından, korkmuş.
Bu yüzden babam okula gidenlere hep imrenmeyle bakmış, okuma tutkusunu hayatı boyunca sürmüştü.
Fabrikadan vardiya dönüşünde elinde bir masal ya da yarısı yırtık bir lise tarih kitabıyla eve gelir bana kitap okuttururdu. Uykusuz olmasına rağmen gözlerini yummaz okuduklarımı dinlerdi.
Tarih kitaplarının Osmanlı Devletinin kuruluş ve yükseliş devirlerinde padişahların dünyanın yarısını fethettikleri, teb’alarına adaletle hükmettikleri yazılıydı.
Okuduğum masal ve hikaye kitaplarında da adil, çalışkan ve cesur hayat hikayeleriyle padişah yaşıyordu.
Şehrimizde iki tür hayat vardı: Bir; memurların hayatı , iki; işçilerin, sıradan insanların hayatı…
Halkevlerinde , fabrika misafirhanelerinde , havuz başlarında kadınlı erkekli memurlar, ileri gelen eşraf, yeni yetme zenginler için dans partileri düzenleniyor, orkestra Batı’nın parçalarını çalıyordu… İşçiler ise gözlerinden uyku akarak evlerine doğru gidiyorlar. Düğünlerde davul zurna ile oyuna giriyorlar simsimi (*) ile birbirlerinin sırtlarını okşuyorlardı.
Şehrimizde iki tür kadın yaşıyordu: Bir ; Batı tarzına uygun giyinen mantolu,tayyörlü, etekli ,başı açık memur eşleri Fatma Hanımlar,Ayşe Hanımlar, iki; kara çarşaflarıyla ,başı kapalı, işçi, işsiz eşleri Fatma Bacılar, Ayşe Bacılar…
Okullar ailelerimize, ailelerimiz okullara yabancıydı. Birine göre diğeri geri,cahil idi. Cahil(!) takımı da diğerini gavur adetlerini benimsemekle suçluyordu. Bu takım dine uygun bir hayat yaşamıyor. Bozuk düzene çanak tutuyordu.
Rahmetli Menderes’i zor hatırlıyorum. İsmet Paşa’yı da Johnson mektubuyla iyi hatırlıyorum. Sonra Demirel, Ecevit, Erbakan, Türkeş, Nihat Erim, Turgut Özal ve adlarını hatırlamakta güçlük çektiğim ufak siyasetçiler,ihanetler, darbeler… darbeler…
Adları ve sanlarıyla olmasa da gerçekte saray hayatı yaşamış olan bir sürü padişahlar gelip geçti ömrümüzden.
Şu idi bu idi;
Evlerimizdeki eski hikaye ve masal kitaplarında padişahların adil, cesur ve dindar olduğu , lise tarih kitaplarımızda ise Padişah Vahdettin’in bir İngiliz muhribine binerek ülkeden firar ettiği yazılı idi.