Ertan Yıldız

Ertan Yıldız

Paylaşım

Osmanlılar, Sırp, Bizans ve Macar gibi Hıristiyan toplumlarını yenerek Viyana önlerine kadar İslam hakimiyetinin toprak sınırlarını genişletmişlerdir. Bu hızlı ve başarılı genişlemenin Avrupa hükümetlerinin gücünün gevşediği bir döneme gelmesi Osmanlı’nın topraksal ilerleyişini kolaylaştırmıştır.

Ancak bu ilerleyiş esnasında görülen ve söylenenler, Avrupa insanının kafasında olumsuz bir Türk imajının doğmasına, gelişmesine ve sonuçta bir Türk düşmanlığına sebep olmuştur. Bu düşmanlığın temelinde “biz ve onlar” şeklinde ön plana çıkan iki medeniyet arasındaki toplum ve toprak esasına dayanan üstünlük kurma-var olma mücadelesi mevcuttur. Bu mücadelenin ilk aşamasını Türkler önderliğindeki İslam'ın ilerleyişine Batının karşı koyması, ikinci aşamasını ise İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya Macaristan önderliğindeki Avrupa’nın ilerleyişine Türklerin karşı koyması teşkil etmektedir.

Avrupa’ya göre bu ilerleyiş esnasında Türkler fethettiği bölgelerde halkın mutluluğuna yönelik esaslı hiç bir organizasyon tesis etmemişlerdir. Çünkü, Türklerin fetih yapmak ve çadır kurmak dışında etkin bir devlet yönetimi, verimli bir mali, idari, ekonomik ve askeri teşkilat ile sağlıklı bir toplum yapısı meydana getirme yetenekleri yoktur.

Klasik Osmanlı'daki devlet anlayışına baktığımızda yönetilen halkın kendisinden istenilenin sadece itaat etmek ve düzeni bozmamak olduğu söylenebilir. Halk kendisine buyurulanlara uygun hareket etmek zorundadır. Halkın karar alma ve bu kararları uygulama süreçlerine katılması söz konusu değildir.  Osmanlı sistemi içerisinde yükselmek için üç şey gereklidir; Müslüman olmak, Türkçe bilmek ve yetenekli olmak. Toplum dini esaslara göre örgütlenmiştir. Müslümanlar üstün sınıftır. Müslüman olmayanlar vatandaş olabilmek için vergi ödemek zorundadır. Her din veya mezhep kendi içinde bir millet kabul edilmiştir. Ortodoks, Gregoryen, Süryani, Katolik, Keldani, Sırp, Bulgar ve Yahudi milletleri de imparatorluk içinde kendi dini otoriteleri etrafında kümelenmiş olup bu milletlerin ortak yanı Osmanlı hanedanına bağlılıktır.

Osmanlıdaki millet sistemi her kültürün kendi kimliğini ve dilini korumasına önemli ölçüde katkıda bulunmuştur. Bu durum Osmanlı zayıfladıkça başta Yunan, Sırp, Romen ve Bulgar milletlerinin dini yakınlık sebebiyle Batı etkisine ve bağımsızlık cazibesine kapılmasını kolaylaştırmıştır. 

Batı etkisi, Avrupa'nın güçlü devletleri olan İngiltere, Rusya, Avusturya ve Fransa’nın Osmanlı içindeki tüm sorunları kendi menfaatlerine göre çözmek istemelerini ve bunu geleneksel bir siyaset olarak uygulamalarını ifade etmektedir. Çünkü Osmanlı toprakları, sahip olduğu ekonomik potansiyelin yanında Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarını birbirine bağlayan kara ve deniz yollarına sahip olmasıyla jeostratejik bir öneme sahiptir. 

Güçlü Avrupa devletleri bir diğerinin Osmanlı'yı mahvederek geniş toprakların ekonomik gücünü kullanmasını ve avantajlı duruma geçmesini kabullenmek istememiş, stratejik dengeyi korumaya yönelik bir politika benimsemişlerdir. Bu durum Osmanlı Devleti'nin de işine geldiğinden güçsüz konumundan dolayı toprak bütünlüğünü Batı'ya dayanarak ve ödünler vererek sürdürmüştür.

Her güçlü Avrupa devletinin kendi siyasi ve ekonomik bekasına göre hayati gördüğü menfaatleri vardı. 

Rusya, Büyük Petro’dan bu yana açık deniz siyasetini takip ediyordu. Karadeniz kapalı bir denizdi. İstanbul’a sahip olmalı, Balkanlar veya Kafkaslar üzerinden Akdeniz’e uzanmalıydı. Rusya, Balkanlarda Ortodoks ve Slav milletleri, Kafkaslarda ise Ermenileri bu amaç için Osmanlılara karşı kışkırtmış, Rus milliyetçiliği ve Ruslaştırma idealine yönelik kullanmıştır. Rusya ile yapılan savaşlarda devamlı toprak kaybeden Osmanlı, Rusya’nın yayılmacılığından rahatsız olan İngiltere, Fransa ve Avusturya’nın desteğiyle ancak ayakta kalabilmiştir.

Osmanlı'dan aldığı adli ve idari imtiyazlar ile ön plana çıkan Fransa ise Napolyon’dan  itibaren önce Mısır'ı işgal etmiş, sonra Cezayir, Tunus ve Fas’ı sömürgeleştirmiştir. 

İngiltere, Osmanlı topraklarının ve stratejik öneme sahip Boğazların Rusya’nın kontrolü altına girmesini engellemek için yirminci yüzyılın son çeyreğinde Mısır ve Kıbrıs’a yerleşerek Osmanlı toprakları üzerindeki rekabeti artırmıştır. Birinci Dünya Savaşından sonra, Osmanlı topraklarının en önemli ve kritik bölgelerini işgal etmiştir. Ermeni ve Kürt ulusal hareketinin gelişmesine ciddi destek vermiştir.

Avusturya, Osmanlıyı Viyana önlerinde yenerek tarihi geri çekilmeye sebep olan devlettir. Balkanlarda benzer emeller besleyen Rusya ile menfaatleri çakışmış, Bosna Hersek’i Osmanlı’dan koparmıştır. Daha sonraki dönemlerde Rusya ile ittifak yaparak Osmanlı Devleti’ni Avrupa’dan atmak için ortak hareketlere girişmişlerdir. 

Yukarıda bahsettiğimiz devletler, Türklerin bir an önce Balkanlar'dan sonra Anadolu'dan atılmaları ile Anadolu'nun Hıristiyanlaştırılmasını istemelerine rağmen Osmanlı’nın olmaması kendi aralarında büyük çıkar çatışmalarına yol açar endişesiyle hasta adam Osmanlı’nın yaşaması için uğraşmışlardır. Fransız İhtilalinin getirdiği şaşkınlık dikkatleri dağıtmasa belki de hasta adam çoktan ölecekti.

Ancak bu hasta adamın Almanya yanında savaşa girerek Çanakkale ve Kut’ül Amare’deki direnişleri ile Birinci Dünya Savaşının üç yıl daha uzamasına sebep olması özellikle İngilizleri çok kızdırmış ve Türk’ün ipi çekilmiştir. İngilizlere göre bu üç yıl içinde İtilaf Devletleri milyonlarca insan ve yüzlerce milyarlık ekonomik zayiata uğramıştır. Sevr’in iskeleti olan birbirine taban tabana zıt gizli anlaşmalarla İngiliz, Fransız, Rus, İtalyan ve Araplar arasında sıkıntıları bugüne kadar devam edecek hesapsız çizgilerle Osmanlı toprakları bölüştürülmüştür.

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra bütün bu paylaşım hesaplarının geldiği ve Avrupalıların üzerinde uzlaşabildiği çözüm belgesinin adı Sevr olmuştur. Bir milletin yaşama hakkını elinden alan bu paylaşım taslağına göre Irak ve Filistin'de İngiliz, Suriye'de Fransız mandası kuruluyor, Güney ve Güneydoğu Anadolu'da İtalyan ve Fransız nüfuz bölgeleri oluşturuluyor, İngilizlerin himayesi altında bir Kürdistan kuruluyordu. Ayrıca Doğu Anadolu'daki altı vilayet Ermenilere, İzmir ve Trakya'nın büyük bir kısmı Yunanlılara verilirken Boğazlar da milletlerarası bir komisyona havale ediliyordu. Osmanlı Devleti İstanbul ve çevresi ile Anadolu'da küçük bir toprak parçasından oluşacak, fakat Osmanlılar antlaşma hükümlerine saygı göstermezler ve uymazlarsa İstanbul ellerinden alınacaktır.

Osmanlı toprakları kağıt üzerinde paylaşılmıştı. İstanbul hükümeti anlaşmanın imza edilmesine  karar verirken, Anadolu hükümeti “Misakı Milli sınırları içindeki milleti ve vatanı kurtarmak için” ant içti.

Milli mücadeleden başarıyla çıkılması Sevr’in tarihin çöp sepetine atılmasını sağladı. 

Bazı yöneticiler tehlikenin uzağında paylaşma planlarını göremez, tembelliğin dayanılmaz hafifliğini severler. Tehlikenin bizzat içinde biçimlenmiş olan Mustafa Kemal’in “Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun, en evvel ve herşeyden evvel, Türkiye’nin istiklaline, kendi benliğine, millî kültürüne düşman olan unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir” sözünü hatırlayalım. 

Paylaşılmamak için...

 

<